Bir mescidin büyüklüğünden çok, işlevselliğidir değerli olan. Daha henüz peygamber hayatta iken inşa edilen görkemli bir mescitten bahsedilir.
Müslümanların arasını açmak, birbirine düşürmek, birbirlerine zarar vermek ve düşmana malzeme devşirmek... bu mescidin ana işlevidir.
Bu kötü eylemlerini de “Allah şahidimizdir” diye güçlü yemin ve söylemler ile meşrulaştırmaya çalışıyorlardı.
Oysa bu görkemli caminin yakınında samimi duygularla ve iyi hizmetler için inşa edilmiş bir cami zaten vardı...
Kuran-ı Kerim ard arda tam dört ayetini bu konuya ayırmış (Tevbe: 107-110)
Netice olarak, zarar veren ve müslümanları birbirine düşürerek düşmanın işini kolaylaştıran bu görkemli yapı peygamber buyruğuyla yıkılır.
“Yürekleri paramparça olup kahrolana kadar” böyle bir tavır devam etmeli diyor sondaki ayet.
* * *
Cami yapılırken -ki çoğu Diyanetin bilgisi dışında inşa edildikten sonra bağışlanıp kadrosu veriliyor-
ihtiyaç ve işlevsellik gözetilmiyor.
Bazı yerlerde hala ihtiyaç olabilir; giderilmelidir.
Ama bazı köy ve mahallelerde bu işlevsellik gözetilmiyor.
Elli hanelik köyde iki cami yapılır mı? Hem de her birisi yaklaşık 500 kişilik! Bu cemaati bölmez mi?
Falanların camisi ile filanların camisi diye yarıştırılır mı? Köylü/ mahalleli Cuma günü ibadet vesilesiyle de olsa hiç aynı mekanda bulunmayacak mı? Bunu - farklı aile mensubiyetleri veya kısır çekişmeler nedeniyle- köy odası, kahvehane yapamıyor; “birleştiren, bir araya getiren”anlamında Cami bunu gerçekleştirmeli değil mi?
Bu meyanda anlam kayması ve imkan israfı olmuyor mu?
Allah’ın haram kıldığı israfı, Allah’ın ayetlerinin okunduğu mekan üzerinden kimse meşrulaştıramaz.. Tıpkı elektrik veya su israfının evlerde olduğu kadar camilerde yapılmasının da haram olması gibi.
Mardin’de bir köy... Aynı köyde beş cami ve iki medrese var. Başka caminin de inşası için hazırlık var.
Yakın çevrede de onlarca medrese var.. Her bir medrese bir şeyhe bağlı.
Medreselerin bağlı bulunduğu şeyh efendilerin çoğu birbirini sevmiyor, müderrisler konuşmuyor, öğrencileri ise kavgalı.
Hatta bir medrese öbür medreseyi ihbar edebiliyor..
Her bir medrese/cami cemaatı, öbür medrese/cami cemaatini sevmez.
Bir müderris ve talebesi kendi camiası dışındakini öteki görür. Teşrik-i mesai yapmaz.
Kötü, yanlış ve bazan da yoldan çıkmış olarak öbürü örnek verilir.
Herkes camisini ve medresesini daha heybetli, daha büyük, daha gösterişli yapma derdinde..
Medrese ve dergah içiçedir.. Ya da medreseler çoğunlukla dergahın emrindedir.
Yani akıl, duyguya (hatta duygusallığa) tabidir.
Hepsi de standart, katı ve tek tipçidirler.
Hepsinin eğitimi ezberci şekilci ve ayrıntıcıdırlar.
Hepsi de bölge, ülke ve dünya gerçeklerine bigane ve uzaktırlar.
Medresede okutulan sıralı kitapları bitirenlere “müntehi” deniliyor. Yani ilmini neticelendirenler, bitirmiş anlamında..
Bir de “icazet” verilir. Yani artık yeterlilik sertifikasına sahiptir bu kişi. Peki hangi alan; Fıkıh, Tefsir, Kelam, Siyer, Tasavvuf, Ekonomi, Pedagoji..? Hiç birisi.
Sadece “alet ilmi” dedikleri sarf- nahiv bilgisi. Yani Arap grameri.
Bir de medrese/dergah atmosferinin deveran eden donuk kültürel alışkanlıkları..
Cumhuriyetin baskıcı devrim atmosferinde ‘ibkau kane ala ma kane’ yani bir şeyin bulunduğu hal üzere devamı istenmesi makul görülebilir.
Yüz yıl sonra aynı noktada durmak ise makul görülemez.
Jakoben cumhuriyet uygulamaları nedeniyle içe kapanıp var olanı muhafaza saikiyle medreseleri ve Kuran kurslarını bu toplum sahiplendi; iyi de etti...
Ama değişen şartlarda ve gelişen imkanlarda artık bu duygusallığı ve bu muhafazakarlığı aşmamız gerekmiyor mu?
İlm-i halimiz değişti, hükümlerin mebni olduğu illetler değişti, makasıd değişti; ama biz hala değişmeyeceğiz öyle mi?
Ve daha çarpıcı olan; bu beş camili, iki medreseli/ dergahlı köyün çocukları civar köylere göre maalesef en çok uyuşturucu müptelası olanlardır.
İlmi seviye de hak getire...
En çok salavat çeken, en çok Kuranı yüzünden okuyup hatim indiren! en çok dini temalı! sohbet yapan bir köydür aynı zamanda...
Menkibeler sarmalıyor her şeyi.
“Kasko yok, muska var” yazmış bir mürit sarı taksinin arkasına.
İlk gençlik yıllarımda köy enstitüsü hocalarından Mahmut Makal’ın “Hayal ve Gerçek” kitabını okuduğumda sarsmıştı beni.
Hurafe, rüya ve adetlerle bezenmiş bir Müslümanlığa ‘Hayal’ diyordu; akıl, fayda, iyi olanlara da ‘Gerçek’ .
Böylece Müslümanlığı tutarsızlık ve ‘gerçek dışı’ göstermeye çalışıyordu.
Ama verilen malzemeler bu konuda kafi değil mi?
Ne demişler; iyi saldırma, kötü savun yeter!
Bir taraftan Daiş, bir taraftan FETÖ, bir taraftan cahil ve mutaassıp mürid ve şakirtler..
Gençler niçin Deist olur sahi?
Deizm edilgen bir tutumdur; daha ötesi (ateizm) için de zemin uygun hale gelebilir.
Hep siyaset üzerinden tartışılır; bir de bu açıdan bakılmalıdır.
Ahlak ve tevhid ekseninden sapma nın ağır maliyeti oluyor.