Yerel seçimler yaklaşıyor.
Malumunuz, sadece izliyoruz olan biteni…
Çünkü ancak gösterebildikleri kadarıyla izlemek düşüyor payımıza…
Memleketin tümü haliyle devasa bir dedikodu kazanını andırmaya başlıyor.
Çünkü “en açık ve en şeffaf” yapılması gereken seçim sistemi, bizde her şeyde olduğu gibi gizli saklı bir vaziyette ilerliyor…
Mühendislik taslamak gibi olmasın ama, “açık toplumda” yaşamamanın ürünüdür bu uygulamalar.
Ve Türkiye ulusal medyasının kötü birer kopyası olan bizim güzide yerel basınımızın desteğiyle, o malum sorunun ateşi harlanıyor…
“Bizi kim yönetecek?”
Yani Türkiye’deki demokrat kesimin her zaman vurguladığı o söz gibi.
“Tahtın başına kim geçecek?”
“Bizim nasıl yönetileceğimiz” hakkında henüz sorusu olan kimseye denk gelemedim.
Şahıslar üzerinden sürüp giden bir enerji var çünkü…
Ve şahıslar üzerinden kafa yormak, başka bir açıdan değerlendirme yapmaya yer bırakmıyor.
Geçen günlerde Oral Çalışlar’ın katıldığı bir televizyon programında değindiği gibi, bir memleketin yerel yönetimine talip olacak adayın 1 yıl öncesinden partisi tarafından belirlenmiş olması gerekirdi.
Çünkü o adayın yapacağı hizmetleri açıklaması, projelerini halkla paylaşması, aday olduğu şehrin ne tür aksaklıklar yaşadığını tespit etmesi ve ona göre çözümler sunması, sunacağı projelerin ne denli gerçekçi olduğunu ispat etmesi, belediyecilikten ne anladığını halka iletmesi, çalışma arkadaşlarını belirlemesi ve oluşturduğu ekiple birlikte meramını anlatması başlı başına bir uğraş işidir ve buna geniş bir zaman şarttır…
Seçim gününün gelip çatmasına ramak kala, halen insanların “bizi acaba kim yönetecek” belirsizliğinde dedikodu yapması ancak bizim şahsımıza özel bir durumdur.
Gizli saklı bir şekilde sürüp giden aday borsasını konuşacağımıza,
adaylığı netleşmiş olan kişilerin gençler için, çocuklar için, kadınlar için neler düşündüğünü öğrenebilirdik. Kültürel ve sanatlar faaliyetler için ne tür projelerinin olduğunu öğrenebilirdik.
Memleketin sporunun gelişimi için ne tür bir hizmet sunacaklarını konuşabilirdik.
Yediğimiz ve içtiğimiz gıdaların ne tür denetimlerden geçip bizlere ulaştırılacağını öğrenecektik en azından. Daha düzgün, hijyenik ve modern semt pazarlarına sahip olmamız için hangi hizmetleri vereceklerini anlatabilirlerdi adaylar bize..
Siyasi partiler bizi filankes mi, bêvankes mi muhabbetinin kuyusuna atacaklarına,
İpekyolu üzerindeki trafik ışıklarında dilenen Suriyeli ve yerli dilenciler için neler yapacaklarını izah edebilirlerdi…
Adaylara demeliydik ki ;
Trafik ve park sorunu için ne düşünüyorsunuz abiler, ablalar?
Sizce nasıl çözülür?
Şehrin yeşil alanının çoğalması için ne tür bir çalışmanız var?
Gerçi ben biraz hayal aleminde yaşıyorum.
Bunun farkındayım.
Ancak insanca yaşamayı talep etmenin hepimizin hakkı olduğunu düşünüyorum.
Ve bunu dillendirmek gerekir.
“Biz nasıl yönetileceğiz?”
5 yılda bir önümüze konulan seçim pusulasında yer alan herhangi partiden birine mühür vurup evine gidecek şekilde kurgulanmış robotlar değilsek sormamız gerekir…
Aynı yer kürede, aynı çağda yaşadığımız, ancak farklı ülkelerin vatandaşı olduğumuz ve bizden daha mutlu olan insanlarla nasıl eşitleneceğiz!