Kolaylıkla değişmeyeceğine kendimi ikna ettiğim “yerel gündemimizle” ilgili yazı yazmamaya ve yorum yapmamaya özen gösteriyorum. Çünkü kısır bir döngünün içinde kendini tekrarlayıp duran, gıdasını bu kısır döngü üzerinden alan, son tahlilde böyle bir kumaştan ancak böyle bir elbisenin çıktığını düşündüğüm malum yerel gündemimizin insanı körelten bir gücünün de olduğunu düşünmeye başlıyorum. Kaçak kullanım iddiasıyla elektriklerin kesilmesinde çiftçilerin mağdur olması, aynı mağdur çiftçinin yaz aylarında buğday biçiminden sonra anız yakarak doğayı mağdur etmesi, o toprağın üzerindeki canlıları telef etmesi “rollerin altı ayda bir değiştiği” ama senaryonun hep aynı olduğu bir gündemi gözümüzün içine sokuyor.
Bu tekrara varan mevzulara çok değinmiş biri olarak bu döngünün içinde düşünsel bir yorgunluk yaşıyor insan. Her şeyi tane tane, anlayabilecekleri ölçü de yazmaya çalışmanın kendisi de yorucu. Ve bunu herhangi bir “ideolojik gözlükle, dava neferi ağzıyla, militanca yazmamak da “ ayrı bir mesele. Çünkü bu içtimada yoksun!
Güvenlik gerekçesiyle kapanmış, tek şerit haline gelmiş yolların yarattığı trafik sorunu, bitmeyen alt yapı sorunları, gıda denetimlerindeki gevşeklik, ülkenin vesikalık fotoğrafı olacak nitelikte yeşilsiz, ağaçsız, park ve çocuk alanı düşünülmeksizin yapılmış olan onca ucube inşaat kaosu, kentte kültürel ve sanatsal bir alanın oluşturulmamasındaki körlük ve sağırlık (Mardin meydanında turistlerle halay çekmeyi sakın kültürel ve sanatsal etkinlik sınıfına koymayın) ve bunların yanında tam olarak ne yaptıklarını henüz anlamadığım garip bir yerel medya taifesi!...
Söz konusu “akademik ve bilimsel çalışma alanında” yapılan derecelendirmede sondan ikinci olan, en fazla çiğköfte ihalesiyle gündemde yer alan bir üniversitemiz ve bunu düzeltmekle ilgili en ufak bir kaygıyı gütmeyen aksine sosyal medyada siyasi açıklamalarıyla arz-ı endam eyleyen bir rektör var.
Siyasi açıklamalar derken, ülkenin gündemiyle ilgili düşüncelerini, fikrini paylaşan bir bilim insanı açıklamaları değil, mevcut iktidarın Mardin temsilcisi olduğunu, iktidardaki partinin milletvekili aday listesinin oluşmasında yoğun bir mesai harcadığını çekinmeden dile getiren açıklamalardan bahsediyoruz. Ve bu rektöre haklı bir şekilde “tarafsız olması gerektiğini, işine gücüne bakması gerektiğini söyleyen” bir yerel medya var.
Ama medya bir şeyi bilerek veya bilmeyerek ıskalıyor…
Mesela?
Özerk kurumların bağımsız bir yapıya sahip olması gerektiğini herkesten çok iyi bilen, bilmesi gereken yasama gücünün, siyasete bu kadar bağımlı olmuş, safını belli etme noktasında mesai harcamaktan geri durmayan bir rektörden habersiz olduğunu düşünüyor haberciler!?
Bu açıklamaları yapması onun kişisel bir tasarrufu kapsamına mı giriyor, yoksa icazetini almış olmaktan kaynaklanan özgüvenine mi? Sosyal medyada ve başka mecralarda yapılan her yorumun, söylenen her sözün bir şekilde bir filtreden geçtiği günümüzde, rektörün esasında saffını belli etmek üzerine kurguladığı bu tavırlarını nasıl “merkezden habersiz” sadece onunla sınırlı tutan bir okumayla değerlendiriyorsunuz?
Kolay olan tarafı bu olduğu için mi?
Muhalefetin cumhurbaşkanı adayının ziyaret ettiği bir üniversitenin dekanı “siyasete bulaştı” gerekçesiyle görevinden alınabiliyorken, Artuklu rektörünün bu denli açık bir şekilde siyaset yapıyor olması onay aldığı makamın gücünden gelmiyor da nereden geliyor?
Bir diğer mevzu şu ki, o asıl yapması gereken işini yapmaya başlasa, medya asıl işini ne zaman yapmaya başlayacak? Asıl işini yapmayan iki insanın birbirine asıl işini hatırlatması bize özgü bir ilginçlikler sergisine dönüşüyor.
Her iki taraf yapmadıkları asıl işlerinde arazi olduklarında, birbirleriyle o arazide karşılaşırlar.
Şu son dönemlerde yapılan haberlerin başlıklarına ve içeriklerine baktığım zaman karşılaştığım manzara bu.
Bir yıldır çalışması devam eden bir yola asfalt dökülür, asfalt heyecanı diye haber yapılır,
bir vali asıl işi olan kamu hizmetini yapar, onun hakkında Mardin’i Yücelliğe kavuşturan vali diye yazı yazılır, vali vatandaşlarla bir araya gelir, halkın arasına karışan halk adamı destanları yazılır, haber sayfasında tarafsızlığı zedeleyecek şekilde milletvekiline yazı yazması için köşe tahsis edilir, yazı yazamayan milletvekiline ise ak yürekli methiye yazıları yazılır, kar yağar kar temizleme işlemi yapılır, yapılması gereken hatta zorunlu olan bu hizmet yere göğe sığdırılmaz, kaymakamın görev süresi dolar, arkasından yas tutulur, ardından dökülen gözyaşları kuramamışken yeni gelenin ilçeyi harikalar diyarına çevirdiği yazılır, memleketin kavşaklarına ne gereği varsa artık ve üstelik çok kötü bir işçilikle at, eşek ve deve heykelleri dikilir, şehre güzellikler katıldı diye zılgıt çekmedikleri kalır.
Bu içerikteki haberlerin ardı arkası kesilmiyor ve bu çaptaki bir tezgâhtan çıkıyor her şey.
Yapılan ve adına hizmet dedikleri ama sizin bana minnete dönüştürdüğünüz bu şeylere karşı değilim.
Eğer asıl işinizin her şeyi abartmak, her şeyi harikalara benzetmek olduğunu düşünüyorsanız, çiğköfteci arkadaşla aynı durumdasınız derim.
Ayrıca neden her şeye bu kadar çok heyecanlanıyorsunuz?
Ben bunları sormaya başladığım zaman, şöyle yorumlar yapılıyor.
Küçük bir yerdeyiz, herkes birbirini tanıyor, dostluklar oluşuyor, muhabbet artıyor.
Yani gazeteci ve memleketin yetkili ile etkili kişileri “çoğunlukla yemekli toplantılarda buluştuğu için” bir etle tırnak olma durumu yaşanıyor… Dolasıyla eleştiri yapmanın, eksiği ve yanlışı görmenin lüzumu kalmıyor?! Yapılanı takdir etmek, yapılması gerektiği halde yapılmayana da Allah’ın izniyle ona da sıra gelecek iyimserliğiyle bakmak hem kimseyi zor durumda bırakmıyor, hem daha sevecen.
Evet, birbirimizi sevelim, sevilelim, sıradaki dökülen asfaltı sevdiklerimize armağan edelim.