Beyaz Ölüm, Beyaz İhanet, Beyaz Hüzün, Beyaz Esaret, Kardelen Çiçekleri… Adına ne derseniz deyin, adı ne olursa olsun ismini duyduğumuzda bir yanımızın eksik olduğunu yada içimizin acıdığını hissederiz. Peki ya neden? Yılda ortalama yüz yirmi gün karla örtülü bir coğrafyada, düz yerlere 50-80 cm, dağlara ise 100-180 cm karın düştüğü,zemheriler diye bilinen en soğuk günlerde ve sıcaklığın sıfırın altında ortalama -30 derece olduğu bir yerde tek mermi atmadan yitip giden 120 bin can.Gündüz başlayan yürüyüşte çarıkları yumuşayan askerlerin çarıkları gece donmaya, bir mengene gibi ayaklarını sıkmaya baslar. Adım atmak neredeyse imkansızdır. Askerler olduğu yerde zıplar, atlar, kendini karların içine vurur ve ayaktan başlayan donma yavaş yavaş tüm vücuda yayılır. Düşeni kaldırmamak için emir vardır. Zaten kimsede de kimseyi kaldıracak güç kalmamıştır. Neferler ordunun işaret taşları gibi yollara dizilirler. Kimi çömelmiş, kimi oturmuş, kimi yuvarlanmış, kimi bir ağacın gövdesine dayanmış kardan heykellere dönüşürler.
O günlere şahit askerlerden Iğdırlı Ali Çavuş’un mektubu facianın küçük bir boyutun günümüze şöyle taşır: “Bu yaz, iki alayımızla Yemen’den buraya naklonulduk. Yola koyulmamızdan dört ay sonra buraya ulaştık ki, Arabistan’ın cehennemî sıcağı Köprüköy’deki ayaz yanında nimet-i ilâhi imiş. Burada çadırın perdesi buza kesmiş oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. Bölük kumandanım, beni sıhhiyeye nakl etmiş ise de, tabip ve ilaç yokluğundan çaresiz kalıp tekraren takımıma döndüm. Aksam yaklaşınca Köprüköy’e civar dağlardan tipi boşanır. Kumandanımız, gelecek cuma Başkumandan Enver Pasa Hazretleri’nin teftiş ve hücum için geleceğini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Başkumandan Pasa Hazretleri’nin gelmesi ile, Moskof’un kahrolacağından ve kâfirin, karsımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin. Şafak söktüğünde 2059 rakımlı Kızkulağı Tepesi’nden Moskof obüs yağdırır ama şükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil eyler. Başkumandan Pasa Hazretleri acele gelse ki, ateşe kavuşsak...”(Muzaffer TaşyürekSemerkanddergisi) yazlık giysiler içerisinde titreye titreye bu mektubu yazıp İstanbul’dan gelecek olan kışlık giysileri beklerken, Karadeniz’de başka bir facia yaşanıyordu. Ruslar, Sarıkamış için Osmanlı ordusuna erzak, mühimmat ve giyecek getirmekte olan gemileri sulara gömmüşlerdi.
120 bin canın yitip gittiği askerî harekâtı anlatan önemli hâtıralardan biri de Yarbay Şerif (İldem)’in yazdığı Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan Muhârebesi adlı eseridir. Bu eserin bir bölümünde şöyle yazmaktadır: “Pek yorulmuş, nâ-tüvân (güçsüz) düşmüş idik. Tam yayla üstünde keskin bir rüzgâr ve arkasından da şiddetli bir tipi başladı. Bu andan itibaren göz gözü görmez oldu. Kimsenin kimseye muavenet (yardım) etmesi ve hattâ söz söylemesi, sesini işittirmesi imkânı kalmadı ve uzun, nihayetsiz denecek kadar uzamış olan yol kolu dağıldı. Asker enginlerde, dere içlerinde, orman bucaklarında nerede kara bir nokta, nerede dumanı çıkar bir ocak gördü ise oraya saldırdı. Ve kolordu inhilâl (çözülüp dağılma) etti. Zâbitân (subaylar) çok uğraştı. Fakat kimseye söz işittirmek kudreti kalmamıştı. Hâlâ gözümün önündedir, yol kenarında karların içine çömelmiş bir nefer, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, feryat ederek dişleriyle kemiriyor, tırnaklarıyla kazıyordu. Kaldırıp yola sevketmek istedim, nefer evvelki hareketini, feryadını, dişleriyle, tırnaklarıyla çabalamasını hiç bozmadı ve beni hiç görmedi. Zavallı tecennün etmişti (delirmişti). Bu suretle şu cumûdiyyeler (buzullar) içinde biz belki 10.000 kişiden fazla insanı bir günde, karların altında bıraktık ve... geçtik.”
Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç, anılarında Sarıkamış’a kavuşan o bir avuç kahramanı şöyle anlatacaktır:“Ilk sırada diz çökmüş beş kahraman. Omuz çukurlarına yasladıkları mavzerleri ile nişan almışlar. Tetiğe asılmak üzereler. Ama asılamamışlar. Kaput yakaları, Allah’ın rahmetini o civan delikanlıların yüreklerine akıtabilmek istercesine semaya dikilmiş, kaskatı... Hele bıyıkları, hele hele bıyıkları ve sakalları! Her biri birer fütuhat oku gibi çelik misal. Ya gözler?.. Dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin bile örtüp kapatamadığı gözleri!.. Apaçık!.. Tabiata da, başkumandana da, karsısındaki düşmana da isyan eden ama Allah’ına teslimiyetle bakan gözler... Açık, vallahi apaçık!.. Moskova’daki askeri müzede sergilenen bu satırların sonu söyle biter: “Allahuekber Dağları’ndaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel Allah’larına teslim olmuşlardı. 24.12.1914 Perşembe.”(Muzaffer TaşyürekSemerkanddergisi)
Sarıkamış denince akla gelen ilk isim şüphesiz dönemin başkomutan vekili ve harbiye nazırı olan Enver Paşa’dır. Değişik bir askeri portre ortaya koyan paşa, birçok Harbiye Nazırı'nın aksine ömrü cephelerde geçmiş, son nefesini savaş meydanında vermiş bir askerdir. Anılarından anladığımız kadarıyla, ölümden hiç korkmamış, aksine bunun Allah katında bir rütbe olduğunu belirtmiştir. Birinci Dünya Savaşı başlarken askere hitaben yayınladığı harp beyannamesinde şöyle der: "Zincirler altında inleyen üç yüz milyon İslam ve eski tebaalarımız bizim muzafferiyetimize dua ediyor. Ölümden kimse kurtulamayacaktır. Ne mutlu ileri gidenlere, ne mutlu din ve vatan yolunda şehit olanlara. İleri, daima ileri ki; zafer, şan, şehadet, cennet hep ilerde, ölüm ve zillet geridedir. Mübarek ve mukaddes şehitlerimizin ruhuna Fatiha. Padişahım çok yaşa. Son dönem Türk tarihine damgasını vuran şahsiyetlerin karakterleri tahlil edilirken üzerinde belki de en fazla tartışılan kişi Enver paşa olmuştur. Kimisine göre hain kimisine göre de kahramandır. Ama şunu hiçbir zaman akıllardan çıkartmamak gerekir ki oda tarihi bir olayı tahlil ederken dönemin tüm şartlarını göz önünde bulundurmak gerekir. Örneğin Almanlar, Berlin – İstanbul hattındaki trenlerin üzerine “Enverland’a (Enver’in Ülkesi’ne) gider” yazmaktadırlar. Akla gelen ilk soru acaba Almanlar Enver Paşa’ya ne kadar değer veriyorlardı yada ona nasıl bir misyon yüklemişlerdi?
Sonuçta, sadece bir gecede binlerce asker beyaz karların üzerine cansız serpilmiştir. Kalanlar ise açlıkla, bitlerle, tifüsle, soğuk algınlığı ve kangrenle uğraşmışlardır. Ve bitişin, acı sonun itirafını olayın baş sorumlularından Hafız Hakkı Paşa, başkumandan vekiline su sözlerle özetler: “Bitti paşam, ordumuzun kısm-i küllisi mahvoldu.”
fevraham 11 Yıl Önce
sayın şahin! peki size göre enver paşa nasıl birisiydi. hain mi kahraman mı. cevabınızı merakla bekliyorum. mail adresimi biliyorsunuz...