Efendim,“Şehirler ve Kentler -1-” yazısından haberdar olan okuyucular; bu iki kavramın farklı tanımlamasına itiraz etme ihtimallerine karşın hemen şunu ifade edeyim. Şahsım olarak okuyucuları farklı bir düşünce literatürüne havale etme, bilinçli ve yanlı bir fikir deryasını kulaç attırma haliyetinde olmadığımı ve buna ihtiyaçta duymadığımı söylemekten beis duymuyorum. Zira derdim bana aittir, kimseyi dert sahibi konumuna getirerek meşgul etme/ettirme niyetinde de değilim.
Tüm bu izahatların ışığında, Kelâm ne zaman Mardin şehrine getireceğimi merak eden okuyucularımın serzenişlerini duyar gibiyim. Evet, yıllardır Mardin’i modern bir kent havasına büründürtme çabalarına şahit olmuyor değiliz, Tüm badirelere rağmen Mardin hala “şehir olma” iddiasından vazgeçmemiş ve bu vasfında ısrar ettiğini de biliyoruz. Çünkü şehre hala mezarlarımızın kenarından veya içinden çıkıyoruz. Mezarlar bize hayat ve ölümün iç içe olduğunu, şehrin ve canlı hayatın sonunda ölüm olduğunu sürekli hatırlatır. Oysa modern kentler mezarları kovar, ölümü hatırlamaz, hatırlamadığı ölümü de öldürdüğüne inanır.
Evet, Mardin şehri geçmiş yıllarda hep plansız büyüdü. Güya “Yeni-Şehir” diye adlandırdıkları güzelim bağ-bahçe mekânlarının tamamını, ruhsuz ve değersiz beton yığınlarına dönüştürüldü. Zamanın güç sahipleri “Yeni–Şehri”plansız ve düzensiz imara/talana açmaları da çok gadarcaydı; şimdiler ise bu gaddarlık, her türlü çabaya rağmen bir türlü düze çıkma şansını yakalayamamıştır.
Kendini gösteren, belli eden her aşikâr vizyonun sahipleri ve kendini öz Mardinli sayan kast sistemin en refahlı insanları; şehrin şu köşesine nasıl dadanırım diye hesap yaptı, şu arsaları nasıl imara çıkarırım diye hep çaba sarf etti ve şurayı nasıl ucuza kaparım diye hep derin senaryolar üretti. Mardin’in kadim şehir olma geleneğinden hep bir şeyler çalındı/hep bir şeyler koparıldı, kimse Mardin’in geleneksel şehir kültürünü düşünmedi, kimse şehrin yüreğine sahip çıkamadı, ses veremedi. Hep, bende bu talandan nasıl daha fazla pay alabilirim hesabını yaptı. Kimse endişelenmedi, yüreği de sızlamadı.
Birbirinin güneşine bile engel olmayan bir geleneğin duyarlı ve zarif neslini hatırlamadan; şehrin bahçe, cadde ve arsaların santimetrelerine göz diktiler. Yine Abbaraların medeniyet anlayışından ve etrafa insanlığı öğretme kabiliyetinde devazgeçerek; milletin sokak ve caddelerini işgal ettiler, her köşeyi, her bucağı ve şehrin işlek mekânlarının en güzel yerlerini nasıl kaparım, nasıl ele geçiririm yarışına girdiler.
Alev Alatlı şehirlerin imarı, hak ve haklı olmak ile ilgili düşüncelerini şöyle ifade eder:“Her yasal olan Hak, helal Hak değildir - As olan helalleşmektir” der ve şehirlerin imarını tasarlayanlara bir iki lafı da şöyle sıralamaktadır. “İmar ruhsatı olan/alan bir müteahhit, şehrin ufkuna tecavüz ederken, yasal olarak suçsuzdur; ama yaptığı iş, helal iş değildir.”Alatlı: İnsani kaygılarla dertlenmeyi ve şehirleşmenin mantalitesine ayar getirmeyi dile getirirken; “Kadim değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklerin; şerden yana bükülmelerini önlemenin yollarını bulmak zorundayız. Yasaların tanıdığı haklardan insanlık veya Allah adına feragat etmenin garipsenmeyeceği yenibir düzen ve yeni bir dünya oluşturmak zorundayız.” Diyor… Bize düşen şey; şehirlerimize hile yapmadan; herkesin şehre ve şehrin insanlarına karşı dürüstlük abidesine bürünerek; şeffaflığı aralama meselesine olan inançlarımızı kavileştirmektir.
***
Yıllardır Mardin şehrini, modern kentin insana değer vermeyen arabesk vari kültürlere alıştırılma/benzetilme çabalarına şahit olduk. Sonradan şehir kültürünü özümseyen bir Mardinli olarak; kentler, kendi içlerinde milyonlarca insanı barındırmasına rağmen; birbiriyle yabancılaşmış, birbirine bakmakta aciz ve bitap düşmüş bir kent kültürüne gıpta ile bakmadığımı ve yine cebinde akrep taşıyan kentli insanların bilgiçlik taslayan tavırlarından da öğreneceğim hiç bir şeyin olmadığını söyleyerek meselenin faslını kapatıyorum…
Herkese vesselam efendim diyorum….