2013-05-01 13:55:26

BİNGÖL ADI VE İDEOLOJİ

VECDİ DEMİR

vecdidemir@hotmail.com 01 Mayıs 2013, 13:55

İskender Pala, Kur’an’da geçen Zülkarneyn ile tarihsel bir kişilik olan Makedonyalı İskender’i karşılaştırıp irdelediği bir makalesinde /‘İskender mi Zülkarneyn mi, Akademik Divan Şiiri Araştırmaları, Kapı Yayınları, s.335-337/ ki, Zülkarneyn ve İskender’in aynı kişi olduklarına dair bazı iddialar vardır, Bingöl’ün toponimisiyle ilgili ilginç bir iddiada bulunur. Tarih ve efsanenin birbirinden henüz ayrılmadığı zamanlara ait gibi görünen bu bilgiyi açıklamadan önce ilgili kısmı alıntılayalım. Pala Tarih-i Taberi’den naklediyor: “Pes İskender andan göçdü, bir yere vardı ki Bulgar derler idi, anda kondu. Şah dört bin âdem seçdi ki hep kırkar yaşında idi. Buyurdu ki hiç pir getirmeyeler. Şahın vekili harç bir pehlevanı var idi. Ol pehlivanın yüz doksan yaşında bir atası var idi. Daim ol yiğit andan destursuz su içmezdi. Çün şah buyurdu ki hiç pir getirmen, ol pehlivan atasını bir sandıka koydu ve azıkların bile yükledi. Derler ki Hızır u İlyas aleyhümesselâm padişah ile bile idi. Çün bir ay gittiler, şimale vardılar. Bir gün ol pir oğlundan sordu ki, taamınızdan artanı neylersiz? Ol haber verdi ki, şah suya dökdürür. Pir dedi ki: Ey oğul, böyle etme, şahın gözüne karşı bir pare kemikleri dök, ekmekleri sakla ki gerek olur. Hızır aleyhisselâm çün ol hâli göle dalıp kaybolmuş. Meğer bu göl abıhayat kaynağı imiş. Sırrı meydana çıktığı için Allah’ın emri ile bin parçaya bölünmüş ve bin göl olmuş; hangisinin abıhayat kaynağı olduğu bilinmez olmuş.”/s.367-368/
 
İskender Pala herhangi bir kaynak belirtmeden ve doğrudan, “Bugünkü Bingöl şehrinin adı, böyle bir vesileyle konulmuştur.” diyor. Acaba öyle mi?
 
Şimdi başka bir kaynağa bakalım. Ahmet Kahraman’ın Kürt İsyanları-Tedip ve Tenkil adlı kitabının 2. Bölümü şöyle başlıyor: “Bingöl dağlarının adı, Kürtçe ‘kokulu göl’ anlamında ‘Bin Gol’dur” /Evrensel Yayınları, s.58/
 
Bir yerde bin parçaya bölünmüş göl, başka bir yerde ise Kürtçe’nin ‘béhn, bîhni bîn’ /D. Îzoli, Ferheng, Weşanén Deng, s.73/adı + gol (gül) adının bileşimiyle ortaya çıkmış ‘kokulu gül’.

Hangisi doğru?
 
Türkiye’de resmî ideolojinin toponimi (adbilim)’i Cumhuriyet’in en erken devrinden bu yana nasıl ‘ideolojik’ bir aygıt haline getirdiği akıllardadır. Hz. Adem’in Türkçeden başka bir dil bilmediğinden tutun da dünyadaki bütün dillerin Türkçe kökenli olduğun dair ipe sapa gelmez bir yığın iddia ortaya atılmıştır. Bilimsel görünümlü bu iddiaların dil kurultaylarında anlı şanlı profesörler arasında ciddi ciddi tartışıldığını ve uzun tirad’larla sözümona ‘ilmî’ diye akademik dünyaya sunulduğunu biliyoruz.
 
Yakınlarda yeni çıkmış bir roman okuyorum. Türkiye’nin müstesna kültür adamlarından Beşir Ayvazoğlu’nun Ateş Denizi (Kapı Yayınları)  adlı bu romanında, Türkçenin düşürüldüğü hallleri anlatan müthiş bir anekdot yakaladım. Devrin kalburüstü Türkçülerinden Aka Gündüz’ün ‘Öztürkçe’ sözcükleri bolca kullandığı bir yazısında Hz. Âdem’in Türkçe konuşmadığı için Cebrail’i (Uçkun) bile anlamadığını ve Tanrı’nın bu yüzden ne denli kızdığını adamakıllı inanarak anlatır. En iyisi metni /Cumhuriyet Gazetesi, 12-15 Teşrinisani, 1934/ olduğu gibi aktarmak:
 
Ulu Tanrı bizim ilk babamız olan Adam Yalvacı ve onun eşi Hava ninemizi yarattıktan sonra onları uçmak içinde yaşatıyordu. Bu yeşil bahçanın içinde bunların arı yaşamaları için buradaki alma ağacının yemişinden yemeği bunlara yasak etmişti. Günün birinde ak pınarın başındaki alnın ağacının gölgesinde otururlarken taygaç çıkageldi. Hava ninemize yaklaşarak onu tavladı ve bu güzel almadan yemelerini onlara tapşırdı
 
Bu sırada Havanın karşısında yan gelip onun güzelliğile esirik olan Adam Yalvaç ipdeşi Havanın sunduğu almayı yemekten kendini tutamadı.
Yalvaç, Tanrı buyruğunun tersine bu suçu işleyince ulu Tanrı gücendi ve bunları uçmaktan kovmak için kurgu kurdu. Bu isteğini onlara iletmek için uçkunu yanlarına yolladı. Uçkun, Tanrı buyruğunu Yalvaca Arapça söyledi. Adam Yalvaç uçkunun söylediklerini anlamadı ve şaşkın şaşkın ona bakarak yerinden bile kımıldamadı. Uçkun bu kez Farsça söyledi. Adam gene anlamadı. Bunun üzerine ne yapacağını bilmiyen Uçkun geriye döndü. Gördüklerini ulu Tanrıya ulaştırdı. Bu sırada gökler titredi ve şöyle bir buyruk duyuldu:

- Hey Uçkun, benim kulum olan bu Yalvaç Türkçeden başka dil bilmez, ona benim buyruğumu Türkçe anlat!
 
Uçkun hızlı bir uçuşla Yalvacın yanına vardı ve sözüne şöyle başladı:
 
- Hey ünlü Yalvaç! Ben ulu Tanrı katından gönderilmiş bir yasaulum. Onun yüksek buyruğunu size iletmeğe geldim. Bu eşsiz uçmağı ulu Tanrı size armağan etmiş ve bu urunda arı yaşamanız için bu alma yemişinden tatmağı size yasak etmişti. Ancak siz tavgaçın tavına uyarak Tanrı buyruğunun tersine, bağışlanmaz bir suç işlediniz. Bundan ötürü ulu Tanrı size kızmış, sizi buradan kovmamı bana buyurdu. Tanrı sizi sınadı. Siz onun yahşiliğini ve uçmağın değerini bilmediniz. Haydin sektiriniz buradan!
 
Bu sözleri dinliyen Adam Yalvaç korkusundan ürperdi ve hemen Havanın elinden tutarak uçmağın penceresinden kendisini loş karanlığa fırlattı. /Ayvazoğlu, s.492-497/
 
Doğrusunu söylemek gerekirse Aka Gündüz’ün kalemi güçlüymüş. Üstelik son derece narrativ bir üslup. Fakat gel gör ki hakikatle uzaktan yakından bir ilgisi yok.
 
Bingöl meselesine bu açıdan bakın derim.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.