Bir bilgeye, ‘’En çok kimi seversiniz?’’ diye sorulmuş. Bilge adam da “En çok terzimi severim” demiş. “Çünkü ona her gittiğimde benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değiller. Bir kez benim hakkımda karar verirler ve ölünceye kadar da bana hep aynı gözle bakarlar.”
Bazen bilgilerimiz, inançlarımız, alışkanlıklarımız ve kabullerimiz bizim kanunumuz olur. Onları bir türlü geçip aşamıyoruz. Hâlbuki önceki bilgilerimiz, kabullerimiz, inançlarımız ve kanaatlerimiz bizi yanıltabilirler. Yunanlı filozof Herakleitos; evrende kalıcılığın bulunmadığını, mutlak bir değişmenin söz konusu olduğunu öne sürmüş ve ‘’Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız. Çünkü nehir aynı nehir değildir ve siz aynı siz değilsiniz.’’ diyerek son derece rasyonel bir çıkarımda bulunmuştur. Gerçekten de nehir akar gider, ikinci seferde girdiğimiz nehir aynısı gibi görünebilir fakat asla aynı nehir değildir. Çünkü yıkandığımız su akıp gitmiştir.
Yaratan Allah bile yarattığı insanı yaşamının son anına kadar yargılamazken insanların düşünmeden, taşınmadan, tanımadan, dinlemeden, aslını bilmeden ya da kıt ve yanlış bilgilere dayanarak sadece duyduklarıyla, bir anlık düşünceyle, çağrışımla ya da başkalarının bakış açılarıyla başkasını yargılaması ve onun hakkında karar vermesi doğru olmasa gerek.
Dostlar! Kâinatta değişmeden aynı kalabilen hiçbir nesne yokken acaba insanlar değişmeden aynı kalabilirler mi? Elbette hayır. Zira her şey ve herkes olumlu veya olumsuz manada değişir yani eskisi gibi değildir. Ve eskisi gibi değildir, hiç kimse ve hiçbir şey.
Zihnin at gözlüğü olan ön yargıyı hep olumsuz olarak algılıyoruz. Oysa olumlu ön yargılarımız da var ve bunlar bize fayda vermediği gibi zarar verebiliyorlar. Düşünmeden, araştırmadan, bilmeden, görmeden, duymadan, denemeden; yolculuk, arkadaşlık ve komşuluk yapmadan verilen peşin hükümler; genelde hayal kırıklığı, keşkeyi, pişmanlığı kısacası olumsuzluğu yaratabilir. Mesela; bir insanın sadece güzel sözlerini duymak, iyi yönlerini ve güzel huylarını görmek ve olumsuz hiçbir söz söylemeyeceğine, kötü bir iş/fiil yapmayacağına, bize herhangi bir konuda zarar vermeyeceğine inanmak olumlu bir ön yargıdır. Başkalarının, bir kişi veya konu hakkında bize yaptığı samimi uyarılarını dinlememek hatta bunun için ona kızmakta bir ön yargıdır.
Aslında fark etmesekte ön yargılarımız, doğduğumuz günden beri bizimle beraber doğuyor, yaşayıp büyüyor ve gelişiyor. Bazen ön yargılı davrandığımızı anlasak bile karşımızda duran camdan duvar(lar)ı aşamıyoruz. Hâlbuki inanç, konu, şehir, yemek, grup, cemaat, dernek, vakıf, sendika, parti, toplum, millet ve devlet ile ilgili olumlu ve olumsuz ön yargı duvarlarını yıkmanın zamanı geldi ve geçti bile. Gerçekten de bu ‘görünmez’ ve ‘görülmez’ duvarlar bizi hapsediyor, hedeflerimize ulaşmamızı engelliyor; özel ve iş hayatımızda bireysel, toplumsal ve kurumsal geleceğimizi olumsuz etkilediği gibi dünya ve ahiretimizi de etkiliyor.
Peki en adaletsiz yargı olan ön yargıdan kurtulmak mümkün mü? Albert Einstein, ön yargıyı kırmanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu söylemiştir, el hak doğrudur. Çünkü inkâra şartlanmış, kulaklarında ağırlık, gözlerinde perde, kalplerinde kilit ve ruhlarında katılık olan insanlar alışkanlıklarından ve yargılarından kolay kolay vaz geç(e)miyorlar. Hatta vazgeçmek istemiyorlar. Her insan kendi doğrularının ve yanlışlarının körüdür. Fakat yine de ön yargı(lar)dan kurtulmak, ön yargı duvarlarını aşmak, yıkmak imkânsız değildir.
Bence birbirimizi anlamanın ve anlaşmanın önündeki en büyük engellerden biri olan ‘ön yargı ve peşin hüküm’ duvar(lar)ını yıkmanın zamanı geldi.
Sahi! Sizce de önyargı duvarlarını yıkmanın zamanı gelmedi mi?