Ölüm, toplumsal gerçekliğin üzerine kurulduğu önemli olgulardan birisidir. Ölmenin başladığı andan ölüm sonrası süreçlere kadar uzanan bu alan, aynı zamanda insanlar arasında karşılıklı sosyal ve simgesel bir ağ ören gerçekliğin de kendisine denk düşmektedir. Ölüme verilen tepkilerin bütün kültürel topluluklar için ortaklığı, kişinin kaybıyla oluşan boşluk ve kaybın kapatılması için pratikler üretmesidir. Bu pratikler aynı zamanda ölümün bilinemez oluşunun yarattığı korku ve kaygılardan uzaklaşma amacını yansıtır. Bu bağlamda düşünüldüğünde ölüm, tarih boyunca hem bireysel hem de toplumsal süreçlerin yönlendirici ve itici kaynağı olmuştur. Mitler, inançlar, dinsel pratikler ve kültürel araçlar ölümün sosyolojisini deşifre eden önemli başlıklardır. (Doç.Dr. Adem SAĞIR, Karabük Üni., Edebiyat Fak., Sosyoloji Böl., Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi / 2016 – Ölüm Sosyolojisi)
Her kültür, kendi iç doğrularından oluşan dinamikler bütünü olarak tanımlanır. Bu nedenle üst kültür, alt kültür gibi kültürler arasında derecelendirme ifade eden kavramlar, sosyolojik olarak yanlıştır. Bir kültürü oluşturan soyut ve somut değerleri, diğer kültürlerin değerlerine göre değerlendirmek bizi doğru sonuca götürmeyecektir. Eğer kültürler arasında karşılaştırma ya da değerlendirme yapılacaksa bunun “temel hak ve özgürlükler” üzerinden olması gerektiği açıktır.
Yaşam süreci içerisinde bireyler; doğar, büyür ve ölürler. Bireyin dünyaya gelişi sevinç kaynağı iken ölümü ailesi ve yakın çevresi için üzüntü vericidir. Bütün kültürel formlarda ölüm, yaşamın bir parçası olarak kabul edilse de yaşamsal alanda kişinin artık olmayacak olması, sevenleri için kolay kabullenilebilecek bir durum değildir. Bu doğrultudan bakacak olursak doğum, evlenme, sünnet ve ölüm gibi olaylarda acı ve sevincin paylaşımını göstermesi açısından bireylerin bir araya gelmesi, dayanışma için son derece önemlidir. Özellikle bireyin yaşamında kolay atlatılamayan ölüm konusunda acının paylaşımı olarak nitelendirilen “yas tutmak”, önemli bir yer tutar. Yas süreci uzun bir dönemi kapsayabileceğinden bu süre zarfında eğlence olarak nitelendirilecek etkinlikler “kişinin hatırasına saygı gereğince” yapılmaz.
Ölüm acısını paylaşmak ile ilgili çok farklı törensel biçimler vardır. Kültür ve geleneklerimiz gereğince vefat eden kişinin ailesine günümüzde üç gün süre ile taziyede (baş sağlığı dileme) bulunulur. Bu üç günlük süre zarfında gelenek olduğu üzere acı kahve (mırra), çay ve yemek zamanında da yemek ikramı yapılır. Ancak kalabalık bir grup için yemek vermek, ekonomik yönden bakıldığında aile bütçesini zorlayacak niteliktedir. Bu nedenle her ailenin bütçesinin bu yükümlülüğü yerine getirmek için yeterli olmadığı bilinen bir gerçektir. Diğer taraftan aile üyesini kaybeden ailenin bu süreçte taziyeye gelen kişiler için yemek hazırlama telaşına girmesi “yas” olgusu ile de bağdaşmamaktadır. Uzak olmayan bir geçmişe kadar taziyeye giden kişiler beraberinde yağ, un, şeker, çay gibi ürünleri taziye süresince taziye sahibinin bütçesine katkı sağlamak amacıyla getirirlerdi. Böylece bir nebze de olsa taziye sahibinin bütçesi daha az etkilenmiş oluyordu. Ardından bu davranış biçimi zamanla değişime uğrayarak çoğunlukla herhangi bir gıda ürünü götürmemekle sonuçlanmıştır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölge illerinde toplum yapısından kaynaklanan faktör nedeniyle taziye yemekleri devam etmektedir. Taziye yemekleri, uzun bir süreden beri uygulandığı için kültürel bir form halini almıştır. Bu nedenle bu uygulamanın bırakılması ya da değiştirilmesi için uzun bir zaman dilimine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu için Mardin’de 21 sivil toplum kuruluşu bir araya gelip beyin fırtınası yaparak olası çözümleri masaya yatırdılar. İlimizde taziye yemekleri konusunda girişim başlatan 21 sivil toplum kuruluşunu Hikmet-Der-Ali ÖZGÜÇ, Vaiz Kemal KAHRAMAN, Eğitim Bir-Sen- Tarık YILMAZ, İrfan-Der-Yusuf OKTAY, Ohak-Der-M. Burhan HEDBİ ve Platform Genel Sekreteri İsmail ALKAN’dan oluşan platform temsil etmiş ve il düzeyinde kaymakam, müftüler, kanaat önderleri, dini liderler ve sivil toplum kuruluşları gibi toplumu temsil eden/toplumu etkileme kapasitesine sahip kişiler ile görüşerek bu konu için destek talebinde bulunmuşlardır. Ancak taziye yemeklerinin kaldırılması değil; yemek zamanlarında taziyelere gidilmemesi yönünde fikir birliği oluşmuştur. Ramazan Bayramı öncesinde Mardin İl Müftüsü Sayın İsmail ÇİÇEK, Cuma hutbesi öncesinde vatandaşlara yemek zamanında taziyelere gidilmemesi ile ilgili tavsiyelerde bulunduğu ile ilgili yerel basında geniş yer aldı. İlgili haber: ( //www.mardinlife.com/Yemek-saatinde-taziyelere-gitmeyin-haberi-30576)
Uzun yıllardır uygulanan taziye yemekleri, gelenek haline gelmiş ve kültürün bir parçası olmuştur. Toplumsal alanda bu geleneği yerine getirmemek, ayıplanma korkusu oluşturduğu taziye sahipleri tarafından da dile getirilmiştir. Taziye yemeklerinin, taziye sahibi aileye ekonomik yükümlülük getirdiği herkesçe kabul edilmektedir. Bu nedenle toplumun tüm kesimlerinin üzerinde uzlaştığı bu konuda birey olarak önce kendimiz ve yakın çevremiz olmak üzere taziyelere yemek zamanında gitmeyerek birçok aileye ekonomik yük olan bu uygulamanın en aza indirilmesini sağlayabiliriz. Bu bağlamda bu girişime öncülük eden ve görüşmeleri gerçekleştiren sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin çabası toplumsal ölçekte oldukça değerlidir.