Sorunsal kavramı en kısa tanımıyla “kesin olmayan” demektir. Üzerinde uzlaşı olmadığı için toplumsal kesimlerde tartışılmaya devam etmektedir. “Aydın” kavramı ise başta akademik çevreler olmak üzere sosyal, ekonomik ve politik konulara “kafa yoran” herkesin sorguladığı/sorgulaması gerektiği bir kavramdır. Bu bağlamda aydını, topluma “ışık tutanlar” ve “ayna tutanlar” olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Gerek topluma ayna tutanlar olsun gerekse ışık tutanlar olsun, ortak noktaları toplumun ilerlemesine katkı sunmaktır. Toplumu ileri taşımak, kelimelerle ifade edildiğinde oldukça kolay görünmektedir. Çünkü toplum ilerlemeye hazırdır ve toplumu oluşturan bireyler de değişime ve gelişime hiçbir şekilde direnç göstermedikleri takdirde -çağın koşulları göz önünde bulundurularak- değişim/gelişim gerçekleşir ( mi? )
“Devlet”, sahip olduğu bütün yönetim araçlarını kullanarak toplumu ve bireyleri şekillendirdiği/şekillendirmek istediği göz önüne alındığında bireylerin “temel hak ve özgürlükleri” doğal olarak gündeme gelir. Tam da bu noktada devlet-birey ilişkilerini düzenleyen “hukuk” kurallarının kimden yana tavır aldığı önem kazanmaktadır. Burada “hak” ve “güç” olmak üzere iki tarafın olduğu görülmektedir. Hukuk’un haktan ve haklıdan yana olduğu/olması gerektiği tartışmasızdır. Yönetim araçlarını elinde bulunduran devlet erk’inin “yönetişim ilkeleri” ile “temel hak ve özgürlükleri” de dikkate alarak toplumun ve bireylerin yararı için kullanmalıdır. Çünkü devlet, “insanların örgütlenmiş halidir” ve büyük bir iş bölümünden aldığı gücü yine “kamu yararı” için kullanmak durumundadır.
Devlet-birey ilişkilerinde birey ve toplumdan daha doğrusu hukuktan yana tavır koyan kişilerin aydın olarak tanımlanması yanlış olmaz. Aydınlar “çeşitli” araçlarla hukuktan, barıştan, demokratik ilkelerden, toplumdan ve bireyden yana olduklarını ifade etmelidirler. Bunu yaparken “toplumcu anlayış”la hareket ederler. Böylece toplumda “doğal lider” olarak görülmeye başlarlar. Cesaret, erdem ve bilgi bakımından da donanımlı olan aydın/doğal liderler her dönemde ve her toplumda yetişmişlerdir. Bu kişilerin, toplum için yaptıkları fedakârlıklar onları geleceğe kahraman olarak taşır. Örneğin Orta Çağ Almanya’sında kilisenin, devlet ve toplum üzerindeki hegemonyasına karşı gelerek “din”in bir “baskı” ve “sömürü aracı” olmaktan çıkmasına ön ayak olan teolog “Martin Luther”, duruşu ve görüşleriyle toplumun aydınlanmasını sağlayan bir “aydın”dır. Onun kiliseye başkaldırışı ve “Birey ile tanrı arasına kimse giremez.” deyişi başta Orta Çağ Almanya’sında olmak üzere tüm Avrupa’da “Reform”un başlangıcını oluşturur. Bu hareket dünyada da özgür düşüncenin ve hümanizmin de başlangıç noktalarından birini teşkil eder. Bu anlamda “insanlık” -bence- Martin Luther’e şükran borçludur.
Aydın kavramı içerisine gazeteci, sanatçı, akademisyen, yazar gibi entelektüel birikime sahip olanların yanı sıra, sorunlara kafa yoran ve çözüm arayışında olan kişileri de dahil etmek mümkündür. Daha doğrusu toplumu ileri taşıyacak, onu aydınlatacak herkes aydın tanımının içerisinde yer alması da problem değildir. Esas problem, aydın kavramından “teğet bile geçemeyecek” kişilerin kendilerini aydın olarak lanse etmesi ve bundan da “rant devşirmeye çalışması”, en basit ifadesiyle “gayri ahlaki” bir davranış biçimidir. Gerçek bir aydın, kendisini, toplumu oluşturan insanlardan “üstün” ya da “ayrıcalıklı” görmez ve görmemelidir. Toplumla bütünleşik, iç içe ve toplumun bir parçası konumundadır. Bu nedenlerden dolayı aydın, sorunlara duyarsız kal(a)maz, çözüm üretir ve daha da önemlisi çözümlerin hayata geçmesi için mücadele eder. Mücadele etmeden, kıyıdan köşeden seyrederek aydın olabileceğini düşünenlerin kanımca kendi kişilikleri ile ilgili sorunları vardır ve bu kişilerin yani aydın adaylarının önce kendi sorunlarını çözmeye çalışmaları, oldukça yerinde olacaktır. Emek, mücadele, bilgi birikimi, insana, topluma ve doğaya davranışlarıyla duyarlılık göstermeyen kişi ya da kişiler, düşüncelerini pratiğe dönüştüremedikleri sürece “aydıncı” olmaktan öteye geçemeyeceklerdir. Kaldı ki günümüzde neredeyse herkes, her konuda bilgi ve fikir sahibidir.(!) Bu nedenle konuşmak, düşündüklerini ifade etmek elbette önemlidir. Asıl önemli olanın düşündüklerini hayata geçirebilmek ve bunun için mücadele etmek gerektiği unutulmamalıdır.
Aydın’lık için kimseden icazet yani diploma alınmasına gerek olmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla aydın’lığın bir sonuç değil bir süreç yani bir yolculuk olduğunu ifade etmek mümkündür. Aydın, haksızlık karşısında haksızlığa uğrayanla birlikte sesini yükseltir, haksızlığa karşı çıkar. Kendi sorunlarıyla ilgilendiği kadar diğer bireylerin ve toplumun sorunlarına da aynı hassasiyetle yaklaşmaya özen gösterir. Özellikle soruna yönelik çözümün konuşulduğu platformda yapıcı ve uzlaşmacı bir dil kullanarak çözümün bir parçası olmaya gayret eder. Bütün bu yazıların ışığında aydın sayısının fazlalığı ile orantılı olarak sorunların çözümünün de kolay ve kalıcı olması beklenir. İnsanlık ailesi olarak binlerce sorunla boğuşmamızın bir sebebi de çözümden yana olduğunu ifade edip de aslında sorunun kaynağını teşkil eden aydın(!) insanlardır. Yine de unutulmamalıdır ki bir tek “uyanık”, milyonlarca uyuyanı uyandırabilmek için yeterli güce sahiptir. O güç ise “uyanık” olmasıdır. Bu nedenle aydınlanmacılığa karşı olanlar “uyanık” olanların “uyuması” için ellerinden geleni yaparlar. Aydınlık bir yarına uyanabilmek ve “uyanık kalabilmek” umuduyla yitirdiğimiz, önemli değerlerimizden olan bütün aydınlarımızı saygıyla anıyorum.