2015-07-03 13:49:45

Savaşın Karşısında Olmak

Muhammed DAĞ

03 Temmuz 2015, 13:49

Din sosyolojisi alanında çalışmalar yaparak bu alanda eserler veren Dr. Ali Şeriati, “Savaş kararı verenlerin çocukları, daima cephenin uzağındadır.” der. Bu ifade, dünya ölçeğinde ve uygarlık tarihi boyunca sayısız savaşın nedenini de ortaya koyması açısından önemli bir noktadır. Çünkü savaş kararı veren devlet adamları, bürokratlar, generaller gibi üst düzey insanların savaş nedeniyle yaşadıkları kayıplar hakkında ulusal ve uluslar arası kamuoyunun bilgi sahibi(!) olduğunu, sürmekte olan savaşlardan anlamaktayız.
Yeryüzünün farklı coğrafyalarında meydana gelen savaşların temel sebeplerinden biri de ötekine saygı duymamaktan kaynaklanmaktadır. Bu “saygı duymama durum”u beraberinde “çatışma”, “yok etme” gibi insanlığı hedef alan “şiddet” davranışına dönüşmektedir. Genel anlamda kabul gören ve çoğu kimse tarafından sorgulanmayan durum ise yaşanan çatışma ve savaş halinden sadece ve sadece toplumsal anlamda alt gelir yaşam standartlarına sahip kişilerin kayıplar verdiği gerçeğidir. Bu doğrultuda bir politikacının “Eğer yaşanan savaşlarda iş adamları, siyasetçiler, devlet adamları gibi kişilerin çocukları da yaşamını yitirseydi dünya üzerinde hiçbir savaş meydana gelmezdi.” şeklindeki ifadeleri tabloyu özetlemesi açısından son derece anlamlı ve üzerinde düşünülmesi gereken bir düşüncedir. Eğer dikkat edilecek olursa savaşlarda hep yoksul ailelere mensup çocuklar yaşamını yitirmekte ve toplumun egemenleri de yoksul çocuklar üzerinden siyaset üreterek varlıklarını sürdürmektedir.
Bireyin doğasında diğer bir insanı yok etme, ortadan kaldırma gibi bir davranış biçimi -akıl sağlığı yerinde olan insan için- yoktur. Her yok etme, ortadan kaldırma girişimi -ki buna savaş deniyor- insanı ve insanlığın temel değerlerini hedef almaktadır. Bu nedenle her savaşın aslında bir çıkar çatışmasının sonucu olduğunu söylemek, yanılgı değildir. Çünkü egemenlerin iktidarı pekişsin, zenginlikleri artsın ve hakimiyet alanları genişlesin diye birçok savaş yaşanmakta ve bu savaşlarda aslında “insanlık” ölerek günden güne azalmaktadır. Normal şartlar altında aklı başında olan herkesin karşı olduğu savaş ya da çatışma hali, çıkarlar söz konusu olduğunda yerini derin bir sessizliğe bırakmaktadır. Çünkü egemenler, savaş hali için öyle bahane üretmektedir ki barış yanlısı olan birey, bir anda kendini savaşın bir tarafı olarak görebilmektedir. Bu bahane kimi zaman ekonomik, kimi yerde inanç ya da etnik kimlik farklılığı olarak kendini göstermektedir. Bu durumu ötekine saygı duymama ya da hoşgörüsüzlük olarak da nitelemek mümkündür.
“Diyalektik materyalizm”, doğada ve tarihte belirleyici olan süreçlerin, kendi içlerindeki karşıtlık yoluyla oluştuğunu ve bütün olayların bu maddi temelli ilişkilerle açıklanması gerektiğini savunan felsefi görüştür. Bu görüş “tarihsel materyalizm” ile birlikte Marksist dünya ve tarih görüşünü oluşturur. Ancak sosyolojik ve psiko-sosyal farklılıkları tanımlamak ve açıklamak için karşıtlıklara dayanan farklılıklar eksik kalmaktadır. Çünkü sosyolojik anlamıyla farklılıklar, karşıtlık değil tam aksine bütünleyici ve birleştirici bir güç olarak nitelendirilmelidir. Toplumsal yapı içerisinde yer alan inanç, kimlik, kültür ve dil gibi farklılıklar bir arada olduğu zaman barıştan söz edilebilmekte ve böylece farklılıklar anlam kazanmaktadır. Bu kapsamda farklılıklar, hiçbir zaman eşitsizlik olarak değerlendirilemeyeceği gibi çatışma ve savaş nedeni olamaz. Öteki ile birlikte var olduğunun bilincinde olan her bireyin bu durumu göz önünde bulundurarak toplumsal barışa katkı sağlaması gerekmektedir.
İçerisinde yaşadığımız yüzyılın tarihsel akışına bakıldığında ötekileştirme nedeniyle farklı coğrafyalarda bireyler çatışma halindedir. Silah üretenler ile egemenlik alanlarını daha fazla genişletmek isteyen odakların da çalışmaları göz önünde bulundurulduğunda “çeşitli nedenler”den ötürü bu çatışmaların sürdüğünü söylemek mümkündür. Gerekçesi ne olursa olsun bireyin yaşamına yönelik yaşamsal tehdide diğer bireylerin karşı çıkması yeryüzünde barışın ve insanlığın kazanması için bir zorunluluktur. Gerek evrensel insani değerler ve gerekse demokratik ilkeler gereği yeryüzünde yaşanan savaşlara, insan ölümlerine, sömürüye karşı çıkmak, insanlığın kazanması için gerekmektedir.
Hiçbir vicdan ve hiçbir akıl, bireyin ölümüne, değerlerin sömürülmesine ve yok edilmesine seyirci kalmamalıdır. İlkeli duruş açısından bakıldığında insanı/insanlığı ve insanlık değerlerini hedef alan bu tür tehditlere karşı çıkmak, demokratik ve yasal çerçevede mücadele etmek son derece insani bir davranış biçimi olarak değerlendirilmelidir. Böylelikle ulusal ve uluslar arası kamuoyu insanlığı hedef alan her türlü tehdide birlikte karşı koyarak çocuklarımız için barış dolu güzel bir gelecek kurmanın ilk adımlarını da atmış olacaktır.
Temennim, barışın ve insanlığın kazanmasını kendisine ilke edinen bireylerin -gerek nicelik ve gerekse nitelik olarak- artmasıdır. Böylece barış yanlısı olan bireyler sayesinde güzel bir geleceğin mümkün olduğuna dair olan inancım da pekişmektedir.

Yorumlar (1)

Rıdvan akan 9 Yıl Önce

Şuan Bulunduğumuz durumu çok güzel ifade ettin xocam Ağzına sağlık

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.