Bir sonbaharın bitişinden sonra soğuk ve ayaz geçen zemheri kış gecesi idi. Yeryüzünü sevmeyen Yağmur, sel olmuş, başını almış gidiyordu. Gecenin karanlığına, soğuk gecelere, vahşi gök gürültüsüne, gök kuşağı renklerini gökyüzünde dalgalandıran şimşeklere inat, yeşil gözleri ile Tekerlekli sandalyede duran güzel bir kız gördüm. Çok sert bir şekilde yüzüne vuran yağmur damlalarından korkmuyordu, meydan okurcasına başını dik bir şekilde gökyüzüne çevirmişti, tıpkı Filistinli kadınlar gibi. Yeşil gözleri, denizde yosunlaşmış kalbine bir gün gelecek baharı müjdeliyordu. Yağmurdan sırılsıklam olmuş saçları, söğüt dalları gibi omzundan aşağıya sarkmıştı. Güzelliğini gölgeleyen bacaklarını saklamaya çalışıyordu, üzerine örttüğü şal ile. Onun güzelliğini gölgeleyen tekerlekli sandalyesi değildi. Onun güzelliğini gölgeleyen, insani olmayan iç dürtülerimiz, hayvani bakışlarımızdı. Korkuyordu, ürküyordu, hayvani bakışlarımızdan. Tıpkı, insani içgüdüsü dışına çıkmış, beyinden engelli bir hayvan içgüdüsü ile kendisini bu hale getiren savaşlardan korkar gibi. Bir savaş, bacaklarına sebep olmuştu, bir savaş, kalbine. Bacaklarını taşıyabiliyordu ancak; kalbi, Filistin’de evleri masum çocukları öldüren bomba parçaları gibi paramparça olmuştu. Kalbi ona ağır gelmişti o gece. O gece. Gazze, bombalar altında. Bu gece yağan yağmur gibi, gökyüzünde bombalar yağardı her gece. Biz yatağımızda, yağan yağmur’un penceremize vuran mistik sesi ile rahat ve derin bir uykuya dalarken.Gazze’de bombalar kırık pencerelerden gökyüzünde yağan dolu gibi üşümüş yataklara düşüyordu.. Gazze’de geceler sessiz olmaz.
Filistin’de yaşayan Müslüman kardeşlerimize yardım götürmek için gitmişti. Bir yanı yetim, bir yanı öksüz yavrulara bir bardak süt vermek için. Orda ki çocukların hayatları köşe kapmaca, söbe oyunu oynayarak geçmişti. Oyunda ebe olan gözünü kapatıyor ve diğer arkadaşları saklanacak yer arıyordu. Gözünü açan ebe çocuk, başını çevirdiğinde, karşısında hayvani bir içgüdü’ye sahip İsrail askeri ile karşılaşıyordu. Ve İsrail Askeri söbeliyordu, silahında ki i mermi ile ebe olan çocuğu. Ve çocuk, siyah caddeleri kırmızıya boyuyordu. Yeşil gözlü güzel kız. Her şeyi geride bırakarak, Müslüman kardeşlerimize merhem olmaya gitmişti. Arabasında inen Yağmur, köşe kapmaca oynayan çocukları gördü ve mutlu oldu. Kaçan çocuklardan biri Yeşil gözlü Yağmur’un arabasına saklanmak için bindi ve kapıyı kapattı. Domuz gibi olan İsrail Asker’i arabaya binen çocuğu kovalıyordu. Yağmur, basın görevlisi olduğu için, İsrail askeri çocuğu alamamıştı elinde. Koltukta bulunan Süt kutusuna hücum etmişti çocuk. Çocuk oyun oynarken yorulmuş ve acıkmıştı. Sütün beyazlığı, gözlerine yansımıştı. Küçük bir kuzunun, annesine bakan gözleri gibi. Bu kuzunun annesi de, yavru kuzuyu koruyan anne gibiydi. Çocuğuna siper olmuş ve ölmüştü. Babasını hatırlamıyor, ne zaman öldüğünü bilmiyordu. Çocuğun bir yanı öksüz, bir yanı yetimdi. Çocuk sütünü içti ve arabadan çıkarak gecelerin ıssızlığında kaybolup gitti. Kaybolan diğer çocuklar gibi.
Yine bir şimşek çaktı ve Yağmur, Yağmur’un üzerine yağmaya başladı. Yağmurdan kaçmak için arabaya binen Yağmur, İsrail’in “Dolu”suna yakalanmıştı. Arabanın üzerine düşen bir bombadan, Yağmur bu hale gelmişti. Yağmur, patlama da bacaklarını kaybetmişti. Bacakları umurunda değildi ama “Kalbi” orada bulunan çocuklar ile beraber atıyordu.
Bu gece vahşice yağan yağmuru görünce, karşı balkonda oturan “Yeşil gözlü Yağmur beni çağırdı “ve onu dışarı çıkarmamı istedi. Bu geceyi tekrar yaşayarak, onların yanında olduğunu hissetmek istiyordu. Yağmurdan ıslanarak rahatlamıştı. Tekrar evine bırakmamı istedi benden. “Tekerlekli Sandalyesini” kapısının önüne, kendisini evine bıraktım. Adının Yağmur olduğu sonradan öğrendiğim, Yağmur’un yeşil gözlerini hiç unutmadım. Annem, bana o kim diye sordu? YEŞİL GÖZLÜ KIZ DEDİM. ADI YAĞMUR VE ÖTESİ.