Yezidilikte Melek Tavus ve Temmuz


Yezidîliğin gizli kalma nedenlerinden biri de ‘Melek Tavus’ kavramıdır. Melek Tavus’un tam olarak ne olduğunun anlaşılamamasından dolayı Yezidî inancını yorumlamak hayli zordur. Tavus kuşu doğu halklarının şiirlerinde güzelliğin, zarâfetin, nefâsetin, letâfetin ve daha bir çok güzel kavramın eş anlamlısı olarak kullanılır. ‘Tavus-u Firdevs’, ‘Tavus-u Südre’ ve ‘Tavus-u Huld’ şeklinde de İslâm tasavvufunda oldukça meşhurdur. Hatta kimi zaman tavus lakap olarak da kullanılır.
F.M.Stead “Ali ilâhî dininin kollarından biri olan Tavusî veya Tavus fırkasının şeytana taptığını” zikreder ama B.Nikitine’ye göre ise bu daha çok Yezidî inancıyla mahiyeti tespit edilemeyen bir bağa delalet ediyor. Her ne kadar F.M.Stead bu inancın şeytan ile olan bağını alenen ortaya koyuyorsa da bu Tavus adının şeytanı simgelediğini göstermez. Ama Nikitine’nin düşündüğü bağ daha da ilginç, çünkü ona göre bu inancın ortaya çıktığı tarih olan 19. asrın son çeyreği aynı zamanda da Yezidî inancının modern anlamda tespit edildiği tarihtir.
Müslümanlara ve Hristiyanlara göre Melek Tavus şeytandır ve Yezidîlerin böyle bir külte inanmaları onların Müslüman, Hristiyan ve Musevîler tarafından tahkir edilmelerine nedendir. Ama Melek Tavus kavramının şeytan ile ilgisi her ne kadar tam olarak daha bilinmiyorsa da Yezidîler için değeri muğlaktır. Batılı araştırmacılarından R.Lescot Melek Tavus - Şeytan ikilisi konusunda eski İranî dinlerin kalıntılarına dikkat çekiyor. Ona göre kötülüğün kaynağı olan şeytanın şerrinden korunabilmek için insanlar onunla antlaşmayı tercih ettiler. Ama Yezidîlerce tapınılan ve müspet tasavvur edilen Melek Tavus daha bir menfî ve kötülüğün kaynağı olan Şeytan ile eşleştirilemiyor, çünkü Melek Tavus’a isnat edilen sıfatlar Melek Tavus kavramının kaynağının şeytanın kaynağından farklı olmasını gerektiriyor. Diğer yandan Yezidîler şeytanı sövmezler ve sövenleri de sevmezler. Bu da esas tezadı oluşturuyor ve ‘niçin’ sorusu burada öne çıkıyor ve bu tezat ayrıca şeytanın sövülememesinin cevabını saklıyor.
R.Lescot kitabında Cemil Ağa adındaki bir Yezidî’den aktardığına göre Muhammet Peygamber Allah katına çıktığında orada Allah’ın Melek Tavus ve diğer meleklerle yaptığı toplantıda konuşmak istemiş ama Melek Tavus buna izin vermeyip onu dünyaya geri göndermiş. Buna öfkelenen Muhammet Peygamber Melek Tavus’a şeytan demiş ve bu olaydan sonra Müslümanlar Melek Tavus’a şeytan demeyi âdet edinirler.
Yezidîlerin şeytanı yüceltmelerinin nedeni olarak yukarıda anlatılan hikaye bu inanç bilmecisini aydınlatmaktan çok uzak görünüyor. Yezidîlerin şeytanın mahiyetini değiştirip Allah’a yardımcı, hatta ona ortak kılmalarının nedenini hikayelerden çok tarih ve dinde aramak gerekir.
Şeytanın Allah’ın emri olan Adem Peygamberin önünde secde etmemesi bazı düşünürler tarafından şeytanın Allah’a olan muhabbetinden kaynaklandığını ve topraktan yaratılan Adem’e secde etmeyi Allah’a şirk olarak kabul ettiğini iddia ederler. Bu yüzden şeytanın bu davranışını bir marifet olarak yorumlayan Ahmet el-Gazzali şeytanı muvahhidlerin efendisi olarak görür. (aktaran: El-Azzavi, Abbas; Timur Paşa, Ahmet)
Anadolu’daki Ali Allahî topluluğunda şeytan kötülüğü temsil etmez, aksine şeytanın Allah’a olan muhabbetinden dolayı bir insanın önünde eğilmemesi onu değerli kılıyor. Zira şeytan Allah’a olan şiddetli sevgisinden dolayı hata etmiş ve günaha girmiştir. Ama reenkarnasyon yoluyla dünyaya gelen Muhammet Peygamberin damadı Ali’nin kölesi Kamber olarak beden aldı. Bu topluluğun şeytana bu bakışı Yezidîlerinkinden daha çok farklı olmasa da bu Yezidîlerle aralarında direkt bir bağın olduğunu göstermez.
Genelde menfî bir anlama sahip şeytan kelimesinin kökeni belirsiz. Bazı dilbilimciler bu kelimenin kökeni Habeşçe olarak gösteriyorsalar da Nöldecke bu kelimenin Muhammet Peygamberden önce cahiliye dönemi Arapları tarafından kullanıldığını bildirir. Kelimenin anlamı ve yapısı hakkında da dilbilimciler hem fikir değiller. Bu ihtilafın nedeni kelimedeki ‘n’ harfidir. Birinci gruba göre ‘şeytan’ kelimesinin esasında ‘n’ harfi yoktur ve ‘yanmak, helâk olmak’ olan ‘ş y t’ kökünden gelir. Kelimeyi böyle yorumlamalarında İslâmiyet’teki şeytanın ateşten yaratıldığı kanısı etkinidir (K-K. A’raf 12, Sâd 76). Onlara göre bu kökten türetilen ‘taşaytana’ fiili ‘şeytan gibi hareket etmek, atik olmak ve çevik olmak’ anlamındadır.
İkinci grup ise ‘n’ harfini şeytan kelimesinin üçüncü harfi olarak kabul eder ve onlara göre kelimenin vezni de ‘fay’al’ olup ‘ihtilaf etmek, toprağa karışmak, iple bağlanmak ve uzak durmak’ anlamındadır. Kur’anıkerim’de geçen ve bu kelimenin çoğulu ‘şayatin’ ‘Allah’tan ve rahmetinden uzak’ anlamında kullanılması bu grup araştırmacılar için yeterli bir delildir.( Bu konuda bilhassa K-K. Bakara 102, En’am 71, 112, 121 A’raf  27, 30, İsrâ 27, Meryem 68, 83, Enbiyâ 82, Mü’minûn 97 ile alalade her hangi bir Türkçe açıklamalı K-K.’de bu konuda daha fazla ayetlere ulaşılabilir.) ‘Şeytan’ kelimesinin Kur’anıkerim’de sıfat olarak rastlanılması anlam bakımından bu araştırmacıların fikrini destekliyor. Örneğin şeytanın İbrahim Peygamber tarafından taşlanmasından dolayı ‘racîm’ yani ‘taşlanmış, kovulmuş’ olarak da kullanılması bu iddiaya bir delildir.( K-K. Âl-i İmrân 36, Hicr 17, 34, Nahl 98, Sâd 77, Tekvir 25)
Belagat ve hitabet konusunda daha cahiliye devrinde pek ileri olan Arap şairleri için şeytan sadece kötü bir kavram olarak bilinmiyordu. Şeytan onlar için bir mürşitti. Her türlü edebî eserlerini onun vasıtasıyla vücuda getiriyorlardı. Bu fikir öylesine revaçtaydı ki İslâmiyet’in gelmesi bile bu cahiliye fikrini bertaraf edemedi. Hatta daha da ileri gidilip Muhammet Peygamberin de kendileri gibi Kur’anıkerim’i aynı şekilde yazdığını iddia ettiler. (Bu konuda K-K. Şûarâ süresinde ayrıntılı bilgi verilmektedir.) Şairler hoşlanmadıkları bir kişiyle karşılaştıklarında “şeytanım beni daha terk etmedi” diyerek sanatlarında ne denli güçlü olduklarını gösterirlerdi. Arapçadaki bu deyim çevre dillere de geçmiştir. Türkçede bilhassa zar ve iskambil oyunlarında “şeytanın bol olsun” tabiri de buradan gelir. Şairler şeytanın yokluğu ile yaratıcılıklarını kaybedeceklerini düşünüyorlardı. Rivayete göre Arapların büyük şairi Züheyr ile karşılaşan Muhammet Peygamberin şeytan için söylediği “Allah bizi onun şeytanlıklarından uzak tutsun” duası şairin bir daha şiir yazmamasına neden olmuş.(Goldziher, Ign.)
Arap şairleri arasında bir mürşit olarak şeytan fikri İslâmiyet ile birlikte etkisini kaybetmiş olsa da Arap düşünürü Ebû ‘l ‘ala el-Ma’ari’nin devrine kadar bu fikrin hâlâ canlı olduğu görülüyor. El-Ma’ari Basralı bir dostuna yazdığı mektupta her şairin bir şeytanı olduğunu ve şiirini onun ağzından okuduğuna dair düşüncesinin Araplar arasında hâlâ yaygın olduğunu ve ileri giderek Arapların kendi aralarında şeytana birçok isim verdiklerini yazmıştır. (Goldziher, Ign.)  
Şeytanın mürşit olan yönü mutasavvıfların düşüncelerinden kaynaklanıyor. El-Hallac-ı Mansur Şeytanı insana secde etmemesini lehinde yorumlanır. Bunu da umumiyetle vahdaniyeti zedelemek konusunda çok titiz davranan sûfî temayülünün bir tezahürü olarak saymak mümkündür. Bu sûfîyâne fikirlerin sonradan Yezidîlerin şeytana olan muhabbetlerini ve aşırı bağlılıklarında etkili olduğu ileri sürülür.(El-Azzavi, Abbas; Timur Paşa, Ahmet)
R.Lescot’a göre Şeyh Adî’nin Bağdat’ta öğrenim gördüğü sırada bu fikirden etkilenmiş ve Hakkari dağlarındaki zaviyesinde Adeviyye tarikatını kurarken bu fikri de yaymıştır, ama Şeyh Adî’nin ölümünden sonra tarikatın cahil sempatizanları arasında bu fikrin değişerek şeytanın Allah’a yardımcı bir melek sıfatını kazandığını belirtir.
Şeytanın mahiyetinin değiştiğine dair ‘Birik el-Aşğar’ efsanesinde Yezidîlerin atası Birik adındaki biri anlatılıyor. Bu adamın gözlerinden, burnundan, ellerinden ve ayaklarından çektiği ağrılardan dolayı yedi yıl boyunca ağlar ve göz yaşlarını bir sarı bir kavanoza toplar. Birik öldüğünde bu kavanozu cehenneme atar ve böylece cehennem ateşi söner (Çöl, İsmail Bey). Efsanede cehennemin sönmesi bir nevi kötülüğün son bulduğu anlamındadır. Kötülüğün olmadığı bir yerde de şeytana yeni bir kimliğin verilmesi gerekir. Mushaf Reş’teki yaratılış hikayesine bakılırs a Adem’in istikbali konusunda şeytan Allah’ın bilgisi dahilinde hareket etmiştir. Şeytan Allah’ın arzuladığı halkı yaratabilmek için Adem’i cennetten çıkarıyor.(Bak. Mushaf Reş)
Melek Tavus hakkında nakledilen rivayetler onu daha da ilginç hale getiriyor. El-Haseni tarafından nakledilen bir rivayete göre Melek Tavus ilk insan olan Adem’i toprak, su ve ateşle biçimlendirir. İslâmiyet’e göre bu işi Cebrail gerçekleştirir. Lescot tarafından aktarılan bir başka efsaneye göre Adem’e ruhu üfleyen Melek Tavus’du. Oysa İslâm literatüründe Adem’e ruhu üfleyen Allah’dır. Burada Melek Tavus kimi zaman Allah’ın yardımcısı iken kimi zaman da Allah’ın kendisi olarak ortaya çıkıyor.
Lescot tarafından nakledilen bir başka rivayette Melek Tavus bir kuş olarak tahayyül edilir. Efsaneye göre ezelde dünya suyla kaplıydı. İnsanın henüz yaratılmadığı bir zamanda Allah bir ağaç yaratır ve bu ağacın kökleri suyun altına ve dalları ise göğe uzanır. Allah bir kuş sûretinde bu ağacın üzerinde tüner. Bu sırada tüm dünyayı dolaşarak ve tüneyebileceği bir yer arayan kuş şeklindeki Melek Tavus bu ağacı görür ve tünemek ister. Melek Tavus’un ağaca yöneldiğini fark eden Allah onu gagalayarak ağacından uzak tutar. Bir süre sonra Melek Tavus tekrar Allah’la karşılaşıyor. Allah bu defa kendi sûretinde olduğundan Melek Tavus onu tanır. Allah Melek Tavus’a “gezdiğin dünyada bir şey gördün mü?” diye sorar Melek Tavus da o ağacı ve o ağaçta tünemesine izin vermeyen kuştan başka bir şeyin olmadığını anlatır. Bunun üzerine Allah tekrar aynı ağaca gitmesini ama bu defa aynı kuşa sen yaratan ben de yaratılanım demesini ister. Melek Tavus ağaca döndüğünde kuş sûretindeki Allah bu defa Melek Tavus’un ağaçta tünemesi izin verir. Efsaneye göre Allah daha ezelde kaim iken bile Melek Tavus’un mevcuttu ve Melek Tavus o zaman Allah’a yardımcı bir Melek olmaktan çok bağımsız bir ilah halinde tasvir edilir. Kuş şeklinde tasvir edilmiş olsa da bu kuşun ezelde yaşıyor olması kişiliğini daha bir gizemli hale sokar. Bu yüzden “Melek Tavus” kavramının etimolojisi ve din-tarih ile alakası bu halkın ve inancın daha iyi tanınmasını sağlayacaktır.
Melik’den çok Melek olan yani kral, yönetici ve reisten çok muktedir, azim ve güçlü anlamlarına gelen bu unvan Melek Tavus’un mahiyetine dair bilgi veriyor. Ama ‘Tavus’ kelimesinin kendisi tarihin karanlığında kaybolmuş ve bir çok sabık inancın kalıntılarını içinde barındırıyor. Bunun için Melek Tavus ya da Şeytan kavramının Yezidîler için anlamını çözebilmek için Orta Doğunun tanrılarında Temmuz tanrısını tanımak gerekir.
Tavus kelimesinin etimolojisi incelendiğinde Temmuz’dan geldiğine dair kaynaklarla karşılaşılır. (En-Nedim, Muhammet Bin İshak)Temmuz kelimesinin Kürtçe ya da diğer Yeni İran dillerine geçişinde ‘m’ sesinin ‘v’ sesine dönüşmesi dilbilgisi kuralından kaynaklanır. Ama bu ilişki ne kadar şeklî de olsa yeni halinin ‘Temmuz’ tanrısının özelliklerinden bağımsız olmasını gerektirmiyor. En-Nedim Temmuz tanrısının Harran’a Babil ya da Asur kültüründen geçtiğini iddia ediyorsa da Temmuz Suriye, Lübnan ve Kıbrıs ile daha ilişkilidir. (Baudissin, Wolf Wilhelm Grafen)
Efsaneye göre Temmuz adlı bir çoban güzelliği dillere destan Belti adlı kadını sevmiş. Belti babası Herakles, annesi Arnis ve kocası Hephästos’u Kıbrısta bırakıp Temmuz ile Lübnan dağlarına kaçmış. Herakles kızının yoldan kaçmasından sonra ona Estra adını vermiş ve yedi yıl boyunca ardından ağlamış. Kocası Hephästos onları Lübnan dağlarına kadar takip etmiş ve Temmuz’u yakalayıp öldürdükten sonra kendisi de bir yaban domuzu tarafından parçalanarak öldürülmüş. Belti de bu ıstıraba dayanamayıp cesetlerin başında ölmüş. Bunu duyan babası Herakles orada bir cenaze merasimi yapmış.
Efsanenin geçtiği yerler Babil’in çok uzağında ve bu hikayeyi ilginç kılan unsur Temmuz’un bir çoban olmasıdır. Yezidîlerin koyun ve keçileri ihtiram etmeleri ve onları (adını vermedikleri) bir peygamberlerinin sürüsünden sayması bu inancın eski Harranî kalıntılar taşıdığını gösteriyor.

YORUM EKLE