YEREL SEÇİM DERSİ, ROJAVA ve BDP’ NİN SONU - 2

-Demokrasi İsteyenlerin de Demokratikleşme Zamanı Gelmedi mi?-

Otuz yıldır, sürekli yeni partiler ve yeni oluşumlar kurularak, sanki Kürt halkı, gereksiz yere oyalanıyor. Adeta Kürt halkına, sağlıklı düşünme fırsatı verilmek istenmiyor gibi. Bu mantık, demokratik değildir; vicdani de olabilir mi? Şimdi lütfen şu manzaraya bir bakalım:

İllegal alanda siyasi amaçla kurulanlar: PKK, ERNK, KADEK, KOGRA-GEL, KNK, KKK, KCK, KJB, PJA, PJAK, PAJK, PJKK, YCK, YDK, YAJK, YJA, YJA STAR, TECAK, YJK, PÇDK, PYD, KODAR…
Legal alanında siyasi amaçla kurulanlar: HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP, DTK, HDP…
Silahlı faaliyette bulunanlar: ARGK, HRK, HPG, YDP-H, YPG…
Başınız dönmedi mi; benim döndü. Daha onlarcası detaylara ilişkin kuruluşları da vardır; içerde- dışarda; işçisidir, öğrencisidir, vs. dir… Çoğu aydın da, bu oluşumların sadece açınımlarında bile zorlanırlar. Hepsini toplasanız bir kelime ediyor: “Apocu”. Aslında bunun içerisinden “Apo” yu da çıkarırsanız, sadece “cu” kalıyor. Çünkü gerçek irade Apo’ dur, gerisi ne yazık ki sadece “cu” oluyorlar. Genel olarak, iki kavramda toplanıyorlar, diyebiliriz: Apo ve Apocular.
Yani kesinlikle bir hakaret anlamında söylemiyorum; kendimce objektif olanı dile getirmeye çalışıyorum; doğru veya yanlış. Takdir sizin… Gerçek şu ki; tüm bu parti, örgüt ve kuruluşlar bir yana, Apo bir yana; yani hepsi eşittir: Apo’ dur. Aslında “eşit” demek de belki yanlış olabilir; çünkü bir tarafta (Apo) 1 iken, gerisi solda 0 (sıfır) durumundadırlar. Yani hepsinin bir tek iradesi vardır; o da, sadece Apo’ dur ve ne yazık ki; o da, on beş yıldır, gâh Ergenekon’ a, gâh yeni versiyonuna esirdir.
Her bir Parti, örgüt veya şahıs, “İrademiz İmralı’da” dediğinde, daha baştan, kendi iradelerini de yok sayıyorlar zaten. Apo, esir haliyle bile, “şöyle bir örgüt kurun” derse, kuruluyor; tersi durumda “şu örgüt artık gereksizdir, kapatın”, derse, sorgusuz- sualsız hemen kapatılıyor. Tepeden sadece bir kişinin (hele esaretteki birinin) emriyle bir örgütlenme olabilir mi; oluyorsa, bu nasıl demokratik olabilir ki? Bu yöntem, emreden kişi için de bir büyük işkence ve yük olmaz mı? Ona da, Kürt halkına da yazık değil midir?
Tersini düşünelim; madem “Apo” her şeyleridir; o zaman bu kadar parti ve örgüt ne içindir; başka Kürt gruplarına isim bırakmamak için midir çaba? Ya da, halkı, gereğinden fazla işlerle meşgul edip, onları, sağlıklı düşünmekten alıkoymak veya hipnotize edilmiş robotlar yapmak için midir bunca eziyet? Ben, işin içinden çıkamıyorum doğrusu.
Bir de, başka bölgelerde nasıldır bilmiyorum; ancak Kızıltepe, Derik, Mazıdağı ilçeleri ve köylerinde, özelikle bayanlar başta olmak üzere, seçimlerde halkımız; partilerin çokluğundan, isim takip edemediklerinden dolayı, kısaca “Partî ya Ehmed Tirk” yani “Ahmet Türk’ün Partisi” diyorlardı ve parti ismini söyleyememe zorluğundan böylece kurtuluyorlardı. Şimdi Ahmet Türk’ lerini de ellerinden aldılar, ne olacak?!. Onlar bilmiyorlar ki, artık partileri (BDP) de yoktur; marjinal “Kemalist sol” a yem ettiler!.. Sanki halkın beyni uyuşturulmak isteniyor; sağlıklı düşünebilmekten alıkonuluyorlar!.. Bütün bu isim ve kavramlar kargaşasında, beyinlerini yorarak, teslim alıp, robotlaştırılmak mı isteniyor, nedir? Sanki Kürt ulusuna karşı psikolojik bir savaş vardır; yalnız kitlelerimiz değil, beyinlerimiz de giderek paramparça oluyor, sessiz, sedasızca…
Bu kadar örgüt karmaşasını, bırakın sıradan Kürt halkını (ki onlar, görüldüğü gibi bunların isimlerini bile sayamıyorlar işte); örgüt kadroları bile bu kadar örgütün program ve tüzüklerinin arasındaki farkı bilemez, anlayamaz ve takip de edemez… Ben de bilmiyorum ve takip de edemiyorum. Peki, neden, ne için bu kadar eziyet? Sadece yasaklardan dolayı olabilir mi?
Neden, bunların hepsine sünger çekilip, birer adet bırakılmıyor? Örneğin; içinde “Kürdistan” geçen TKDP yasallaştı işte; neden ilk çıkış isimleri olan PKK’ in de yasal müracaatı yapılmasın? Ya da en iyisi, yeni söylemlerine uygun olarak, yepyeni bir örgütlenme neden oluşturulmasın? Sonra diğer bütün parti isimleri de feshedilsin. Böylece hitap ettikleri kitlelerin de kafası karışmayacak ve yorulmayacak, bizim gibi... Kürt ulusunu da yormayalım, kendimizi de kandırmayalım yani. Önceleri yasak vardı diyelim; şimdi artık o yasak da yoktur!..
Artık teknolojiye paralel olarak, toplumlar hızla gelişiyor ve ilerliyorlar; biz de geri kalmamak adına, konuşan bir toplum olmak zorundayız. Bizim diğer uluslardan neyimiz eksik? Düşünecek aklımız, konuşacak dilimiz mi yoktur? Bir Kürt olarak, şahsen bana gına geldi, vallahi ben bu karmaşık ve karışık süreci takip edemiyorum; (tahsilsiz veya az tahsilli) sıradan halktan insanlarımız ne yapsınlar?.. Konuşabildiğim herkes bundan dert yanıyor. Benimkisi de dışardan bir sabır taşı çatlamasıdır; duyarlı bir Kürdün duygusal patlamasıdır belki de. Hoş görüle…
Hani bilirsiniz, halkımızdan kimi kimseler, bir Kürdün en ufak (kavga, hırsızlık vb. gibi) bir olumsuzluğunu görünce, basarlar yaygarayı; “Görüyor musunuz, biz Kürtler, adam olmayız, olamayız”, derler. Bir yerlerden halkımıza aşılanmış olan bu yaklaşım, öyle yaygındır ki; bunları söyleyenleri bir araya toplasanız, geriye, nerdeyse olumsuz hiç kimse kalmaz. Sonuca bakınca da, demek ki, hepimiz basbayağı “adam” mışız; geriye istisnalar kalıyor sadece… Yani sitem edenler, bir araya gelse ve birlikte ses verseler toplumumuzda hiçbir yanlış kalmaz. Örgütler de, gerçekten demokratik olurlarsa, oradaki gerçekliğimiz de buna benzerdir. Partiler, toplumumuzu gerileten, suskunluğa iten değil, ilerletecek dinamikler olmak zorundadırlar.
Artık mızmızlığı bırakalım; şu kızar, bu küser, o üzülür, deyip, gerçekleri içimizde hapsetmeyelim. Birbirimize hakaret etmeden, tüm sorunlarımızı net olarak açalım ve demokratik bir tarzda özgürce tartışalım. Eleştiriden hiç korkmayalım ve özeleştiri vermekten de asla utanmayalım. Bu iki erdemli şeye onurumuz kadar sahip çıkmalıyız; çünkü bizi, gerçeklere ulaştıracak veya bulabileceğimiz gerçekliklerde sabit kılacak yegâne yol ve yöntem budur.
1984 yılının 14 Ağustos’undan bu günde kadar; 30-40 bin kadar Kürt gencinin kurban verilmesi, 4 bin Kürt köyünün yakılarak-yıkılarak boşaltılması, üç-dört milyon Kürt nüfusun yerinden edilmesi, zor yoluyla göçertilmesi ve başta hayvancılık olmak üzere; bölgenin tüm ekonomisinin tahrip edilmesine mal olan ve ayrıca dört parça için, “Birleşik, Bağımsız Kürdistan” amacıyla ve hayaliyle verilen 30 yıllık bir “silahlı mücadele” nin sonucunda, gelinen noktada, bir karış bile “Kurtarılmış Bölge” tutturulamadı. Anlaşılan, kurtarılmak da istenmiyormuş sanki. Son “Şemdinli denemesi” de bir hezimetle sonuçlandı; yüzlerce insan kaybına neden oldu; ayrıca oranın coğrafyası da tahrip edildi.
Şimdi gelinen bu noktada, çoğu aydınlarımızca da, bir hezimet sayılan ve kimin için istendiği belli olmayan ( belki Türk-egemen bir statü olarak istenen) “Demokratik Cumhuriyet” “Demokratik Ulus” “Demokratik Özerklik” savunulmaktadır. Bu kavramların, Kürt ulusu için zerre kadar anlamı ve değeri yoktur, olamaz. Bilimsel literatürde yeri bile yoktur belki ve bunlar için bir tek “gerilla” ya, ya da, bir savaşa gerek yoktur. Çünkü demokratik talepler, ancak demokratik yollarla talep edilebilir, edilmelidir.

Üstelik burada geçen “Demokratik” liğin, bugün Kürt Halkı için hiçbir karşılığı da yoktur. Tek önder, tek parti ve tek ideolojiye dayalı bir yapının ağzından çıkan bu söylemin bir değeri, bir anlamı olabilir mi? Olamaz. Bu kavramlardan geriye “Cumhuriyet”, “Ulus” ve “Özerklik” kalıyor; ilk ikisi mevcut (T.C. ve Türk Ulusu) olduğuna göre, elimizde sadece “Özerklik” kalıyor. O da var olan belediyelere istenen bazı yetkilerle (sağlık, eğitim, trafik ve belki polis alanındaki yetkilerle) bu iş kotarılmak isteniyor. Yani onca bedel bunun için mi verildi? Bu kadar vahim bedellerin karşılığı bu mu olmalıydı?
Üç dönem üst üste kazanılmış belediyelerin icraatları da ortada; her yetki kendi ellerindeydi zaten. Biz, onlarda hiçbir “özerklik” duygusu veya denemesi görmedik; çıkarcı bir çeteleşmekten başka.
Lütfen gerçekçi olalım. 1970’lerdeki Dev-Yol’ cu Terzi Fikri’nin tek bir dönemle yaşattığı bir “Fatsa Ekolu” vardı; bizimkiler, üç dönemde ona bile ulaşamadılar; hatta bu yönde bir çabaları bile olmadı. Bu kadar bedelden sonra, keşke bir şeylerin umudunu verselerdi, sevinirdik. En azından teselli bulup, avunurduk. Yani bu acılı sürecin, içe dönük bir tartışması; en azından bir özeleştirisi gerekmez miydi? Neden bunlar konuşulmuyor veya tartışılmıyor? Neden? Nedenini ben de anlayamıyorum.
Ayrıca şimdi de(yeni bir söylem daha doğdu) Kürtlerle ilgisi hiç anlaşılmayan “Kanton” denen bir şey ortaya atıldı; bunu halka anlatmadan ve öğretmeden, bir emr-i vaki olarak (Suriye parçasında) ilân ettiler. Türkiye‘ ye de bunu düşünüyorlar. Gerçi, sanırım 2011’de Amed için “Demokratik Özerkliği ilân ediyoruz” da demişlerdi, boş çıktı, arkası gelemedi; sonra bunu te’vil yoluna gittiler...
Yerel Seçim öncesinde de, bu yönde, yetkili bir ağız olarak KCK Konsey üyesi Sabri Ok; “Seçimden sonra Diyarbakır, Van, Şanlıurfa ve Mardin’i kazanmaları halinde, bu büyük şehirlerin 4 ayrı Kanton Bölge olabileceği“ şeklinde dile getirdi. Ş. Urfa hariç, hepsi de alındı; buyurun ilan edin bakalım. Böyle demokratik(!)oluşumlar, dünyada örnekleri olan yerlerde olduğu gibi, devlet erki onayı olmadan yapılamıyor ki!.. Üstelik demokrasinin oturmuş olduğu ileri devletlerde bunlar olabiliyor ve yok olmaya yüz tutmuş küçük azınlık halklar için bu statü uygulanmaktadır. Koca bir ulus olan Kürtler için, bu düşünülmemelidir bile. Kürt ulusuna hakaret etmek gibi bir şey oluyor bu.
Yani aslında, zaten Kürtlerin iradesi dışında parçalanmış Kürdistan’ın Kuzey Parçasını, daha da parçalayarak (olası 7 özerk bölgeye ayırarak), gerçek bir özgürlüğe, kurtuluşa ve bağımsızlığa gidecek tüm yollar kapatılmış olunuyor. Bunları, ilerisi için TC devleti ( Ak Parti kendi programıyla) zaten istiyor; demek ki, PKK/KCK, bunlara garip adlar yakıştırarak, bu kazanımları, icat ettiği kimi adlar vesilesiyle kendi kazanımları olarak göstermek istiyor. Verilen bunca bedele kılıf mı biçiliyor, nedir?

Zamansız olabilecek, kimi ciddi söylem ve iddiaların da bir değeri olmaz; çünkü olabilirliği olmaz. Örneğin;
-Hani “ERNK: Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi”‘ ne ne oldu; PKK dışında kaç parti veya örgüt “Cephe” de yer alabildi? Tek partilik “cephe” mi olur; oluyorsa niye ERNK işlevsiz kaldı?
-Hani “ARGK: Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu”’ na ne oldu; ordu, dediğin gittikçe büyür ve modernleşir; yoksa küçülüp “Kürdistan” ismi çıkarılmış bir HPG’ ye dönüşmez.
-Hani “Sürgündeki Kürdistan Hükümeti”; onun kaç oturumu yapılabildi, bu hükümet, kaç kanun çıkartabildi, kaç bakanı veya kaç milletvekilleri var, bilen var mı? Apo yakalanır yakalanmaz, hemen onun da işlevi bitirildi. İşte o, sürgündeki hükümetin başındaki zat, Yaşar Kaya, kendi başına Türkiye’ye döndü. Ne oldu? Hiçbir şey.
-Hani “KNK: Kürdistan Ulusal Kongresi”; bir anlamı kalmış mıdır; ne iş yapıyor veya dört parçadan hangi partiler içinde yer alabilmiştir? Bu oluşum, doğruysa; (aslında ilk ve en doğru yöntem olabilecek olan) Kürdistan Ulusal Kongresinin toplanması görevi niye şimdi Mesut Barzani’ye dayatıldı? Bu Kongre gerçekleşmedi diye, neden Barzani suçlanıyor?

İşte bütün bunlar, hareketin kendi içinde bile olsa, niye konuşulmuyor veya tartışılmıyor?

Bütün bunlar bir yana, barış sürecinde, aslında arka planda, özellikle ve öncelikle “Serok Apo” nun özgürleşmesi talep ediliyor. Sanırım asıl ve en temel talep de bu görünüyor. Diğer bütün mücadele biçimleri ve bu yolda verilen canlar, çekilen acılar ve tüm bedeller bu amaca hizmet ediyor sanki. Görünürdeki biricik tesellileri de belki bu olacaktır anlaşılan. İnşallah o da gerçekleşir ve demokratik bir şekilde siyaset sahnesinde yerini alır. Bu talep, başka bir şeydir.

Oysa, Apo, Ergenekoncuların elinde olduğu zaman sürekli Ak Parti ve özellikle Erdoğan’ı, barışa engel göstererek, ona karşı hep saldırgan davranıp savaşı gündemde tutuyordu. Sonra, “Ergenekon Terör Örgütü” nün yargılanma süreciyle birlikte, İmralı’dan da Ergenekoncular tasfiye edildi. AK Parti hükümeti oraya da hâkim olunca; Apo, bu sefer, AK Parti hükümeti ve Erdoğan ile mücadeleden vaz geçti, barış süreci de bundan sonra başlayabildi ve hala ağır aksak olsa da, o süreç, bu sayede yürüyor.

Sonrasında, Ergenekoncular, artık Apo ‘ya ulaşamaz olunca, Kandil ve BDP’ yi etkilemek; onları, Apo’ dan koparmak ve barış sürecini bitirtmek amacıyla, Apo’ nun, H. Atilla Uğur’la olan canlı-görüntülü sohbetin önemli yerlerinden kesitler alınarak ve bir CD’ye montajlayarak, Aydınlıkçılar kanalıyla ifşa ettiler. Bilenler, zaten birçok şeyi biliyorlardı; onlar için, yeni olan, kendi sesinden itiraflarıydı. İşin muhatapları ise; yok, bunlar montajdır, yok, şudur, budur deyip (belki bilerek zamana bırakıp) geçiştirince, Ergenekoncuların bu taktiği de tutmadı; dolayısıyla barış sürecine de bir şey yapamadılar.. Ergenekoncuların hevesleri kursaklarında kaldı. Kalsındı, iyi de oldu. Barış süreci, hızlanarak ve yasal zeminine oturtularak sürmelidir aslında.

Başbakan Erdoğan’ın Kürt milletine karşı temel hatası şudur; o, “Tek Dili” terk etti; ancak seçim öncesinde bile meydan konuşmalarında hâlâ ve ısrarla; “Tek Bayrak”, ”Tek Millet”, ”Tek Vatan” ve “Tek Devlet” söylemine devam etti. Bunların hepsi “Apo” tarafından da sanki kabul edilmiş görünüyordu; sadece Apo, bunların başlarına, karşılığı olmayan bir “demokratik” lafı getirerek, boş bir talep gibi, zamana yaymak ve Kürt halkının kalan enerjisini de, bu yönde birlikte tüketebilmek isteniyordu, sanki… Apo, bir esirdi ve tepesinde, ada’ yı kontrol edebilecek kimler varsa, onlarla uyumlu olmaya mahkûmdu; ilaçla veya değil… Hiçbir esirin iradesinin özgür olması mümkün değildir. Kendisinden dolayı iradesi özgür olabilenin, koşulları bu kadar özgürce olamaz; yoğun baskı ve kısıtlamalarla sarılı olurdu ancak; hele Apo gibi lider konumundaki birinin!..

Zaten İmralı yönetimi, AK Parti Hükümetinin denetimi ve kontrolüne geçtiği zaman, barış süreci de ciddi olarak gündeme gelmişti. İşte o zaman, egemenler değişince, Apo da, barış sürecine katıldı ve Apo, artık ne AK Partiye, ne de Erdoğan’a yüklenmez oldu. İyi de oldu belki. Barış süreci, eksik-aksak yürüse bile, hiç değilse, kirli bir savaşta, masum gençlerimizin kanının dökülmesi de durdurulmuş oldu. Bu durum, barışın gerçekleşme umudu için çok önemli ve tarihi bir fırsatı doğurmuştur. İnşallah da nazara gelmez.

-Devam Edecek-
YORUM EKLE