BASINA VE KAMUOYUNA
12 Eylül 2012’den beri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 7 cezaevinde, Kürt siyasi çevrelerine ait tutuklu ve hükümlülerin 63 tutuklu ile başlatmış olduğu ve şu an 65 cezaevinde bulunan 658 tutuklunun "Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, Kürtçe savunma ve anadilde eğitim" talebiyle sürdürdükleri açlık grevi 50. gününe girmiş bulunmaktadır.
Uzmanlar, açlık grevlerinde 40. günden sonraki sürecin ölüm riskini artırdığını, bu nedenle eylemin kritik bir evreye girdiğini, daha fazla devam etmesi halinde kalıcı sağlık problemleri ile ölümlere sebep olacağını ifade etmektedirler. Gelinen noktada mezkur kritik evre çoktan aşılmış durumda ve bu aşamadan sonra açlık grevleri sona erse bile, zaten vücutta kalıcı hasar meydana getirecek süreç başlamıştır.
Maalesef Türkiye ve özellikle Kürdistan kamuoyunun gündeminde olan bu açlık grevi, ölüm orucuna dönüşmüş durumdadır.
Öncelikle şunun bilinmesi gerekir: Cezaevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların sağlık imkânlarından yararlandırılması ve yaşam haklarının korunması devletin sorumluluğu altındadır. Devlet hem Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi gereği, hem hukuk devleti olması hasebiyle, hem de vicdan gereği bu sorumluluğunu derhal yerine getirmelidir.
Maalesef yüzyıllardır Kürt milleti maruz bırakıldığı derin çelişki içerisinde trajik bir hayat sürdüre gelmektedir. Kürt milletinin sahip olduğu fıtrî ve siyasal hakların, özgürlüğün başkalarının insafı ve inisiyatifine bırakılması, şüphesiz insan onuru ve gururunun kaldıramayacağı bir tablodur. Nitekim Kürdistan halkı da her onurlu halk gibi, bu tabloyu asla kabul etmemiş, canı ve malı pahasına bunu bertaraf etmek için mücadele etmiş ve etmektedir.
Kürt milli kimliğinin tanınması, yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması İslamî ve insanî bir haktır. Kürdistan halkının kendi geleceğine dair söz ve karar sahibi olması ve kendi kendini yönetme talebi meşru bir haktır. Bu hakların gaspı, tanınmaması veya engellenmesi insanlığa karşı işlenen suçlardandır. Irkçılık, asimilasyon, işgal, sömürge, ayrımcılık, ret ve inkar birer insanlık suçlarıdır.
Ayrıca her dilin kullanımının İslami ve insani bir hak olduğunu ve bu hakkın günümüzdeki diğer yasal dayanaklarının da, başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları, Havana Protokolü ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesine dayandığının bilinmesi gerekmektedir.
‘Kürt sorunu’ ve Kürdistan davasına dair Türkiye Cumhuriyeti’nin retçi devlet geleneği tutumuyla hareket eden mevcut AKP hükümetinin sorumluluğu tartışmasızdır. Ancak PKK-KCK ve BDP'nin bir yöntem olarak açlık grevinin ölüm orucu boyutuna ulaşmasına engel olmaması da ciddi bir eksikliktir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve hükümeti olan AKP’nin eylemcilerle uzlaşma sağlayacak şartlarının fazlasıyla olgunlaştığını düşünüyoruz. Ve ayrıca ciddi hastalanmalar veya ölümler meydana geldiğinde de bunun sorumluluğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümetinin olacaktır.
AZADİ İnisiyatifi olarak biz eylemin süresiz, dönüşümsüz (ölüm orucu) şeklinde sürdürülmesini yanlış bulmakta ve bu yanlıştan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğine inanmaktayız. PKK ve BDP’ye de süresiz ve dönüşümsüz kılınan açlık grevi-ölüm orucu eylemini sonlandırma noktasında gerekli hassasiyet ve gayreti göstermesi için çağrıda bulunmaktayız.
İntihar eylemi kapsamında değerlendirilmesi mümkün olan her türlü siyasi ve askeri faaliyet, İslam inancı ve tabii olarak tarafımızca da meşru değildir. Nitekim cezaevlerindeki eylemcilerin açlık grevini, süresiz-dönüşümsüz (ölüm orucu) bir yöntem ile sürdürmelerinin dinimizce doğru olmadığını belirtmekle beraber, başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere öne sürdükleri diğer koşul ve taleplerin tarafımızca da desteklendiğini tüm kamuoyunun bilmesini isteriz.
AZADÎ İnisiyatifi olarak Kürt halkının fıtri, siyasi ve diğer tüm evrensel haklardan sayılan taleplerini sivil yöntemlerle savunmayı ilkesel açıdan kabul etmekteyiz. Bununla birlikte kişilerin, kendi bedenleri üzerindeki tasarrufları da dahil olmak üzere, geliştirecekleri her türlü eylem biçiminin nihayetinde bir sınırlamaya tabi olduğuna inanıyoruz.
Bu nedenle ölüm orucuna dönüşen bu açlık grevinden önce meşru ve sivil pek çok yöntemin tüketilmesine hala ihtiyaç olduğuna inanmaktayız. Ve insan yaşamının kutsallığının söz konusu olduğu yerde her bireyin ve topluluğun bir yükümlülüğünün olduğuna inanmaktayız. Bunun için sorumluluğumuz gereği, bu eylemlere son verebilecek kişi ve tarafları sorumlu davranmaya, sorumluluklarının gereğini derhal yerine getirmeye davet ediyoruz.
Sonuç olarak açlık grevinin ölüm gibi trajik bir sona ulaşmaması için herkesten, her kesimden ve kamuoyundan azami duyarlılık bekliyoruz. Aynı şekilde açlık grevindeki eylemcilere de eylemlerini ölüm ve kalıcı hasarların oluşmasına neden olacak sınırlara vardırmayacak yöntemler ile sürdürmelerini talep ediyoruz.
Saygılarmızla. Hak, Adalet ve Hürriyet İçin Kürdistan İslamî İnisiyatifi
Güncelleme Tarihi: 01 Kasım 2012, 20:58