İngilizcesi “non-governmental organisations” olan, Türkçede ise “Gönüllü kuruluşlar”, “Devlet dışı oluşumlar” veya “Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar” olarak da tanımlanmaktadır.
Türkiye, 90’ lı yılların ilk yarısından itibaren sivilleşme ve sivil toplum olma sürecine girerek yenileşme ve gelişme trendine hızlı bir giriş yapmıştır. 2000’ li yılların başlarında ise bu süreç daha da güçlenerek“sivilleşme ve sivil toplum” olma yolunda hayli mesafe kat ettiğine şahit oluyoruz.
Süreç ilerledikçe, derin yapıların toplum üzerindeki baskılarının azalmasına da bağlı olarak; bu kuruluşlar büyüdü, çeşitlendi ve yaşamın her alanına “sivil kuruluş” tabelalarını asmaya başladılar.
Sivil toplum içinde barınan sivil insanlar ve bunların görünen eli olan STK’ lar; bireylerin birbirleriyle ve devletin de bireylerle temas kurmasına, iletişime geçmesine ve kurguladıkları organizasyonlarını sonuca götürme refleksleri içinde hareket ederek; zaman içinde ihtiyaç duyulan oluşumlar özelliğine bürünmüşlerdir. Bu kuruluşlar, insanların taleplerini şiddete dayandırmadan duyururlar. Kamuoyu oluştururlar ve resmi devlet çevrelerince dikkate alınmalarını için yoğun bir çaba içinde çalışırlar.
***
Toplumları iki türlü kuruluş yönetir. Bunlardan ilki: Otoriteye, mecburiliğe ve tepeden inmeciliğin getirdiği mahalle baskısına dayanılarak üye olunan; temel amacı iktidar olma arzusunu taşıyıp birer baskı unsuru olarak ortaya çıkan siyasi partiler, meslek odaları, barolar ve iktidara yakın sendikalardır. Diğeri ise gönüllülük esasına dayalı; iktidar amacı gütmeyen, kazanç beklentisi olmayan, hükümet dışı ve realist bir biçiminde hareket eden kuruluşlardır.
Sivil insanlar, devletin ulaşamadığı, hatta ulaşmak istemediği alanlara; gönüllülük esasına bağlı olarak ulaşırlar. Bu sivil insanlar, “Sivil kuruluşları” ; sivil kuruluşlar da güçlenip genişledikten sonra “Sivil toplumu” meydana getirirler. Bu sivil kuruluşlar toplumun sağında, bazen solunda, bazen daha sağında veya daha solunda yer alma isteklerinin aşırılığı; asıl amacı tüm halk kitlesine fayda sağlamak olan ve asgari bir şekilde hakkaniyeti temsil etme hedefine odaklanması gerekirken; sivilleşme ve şeffaflaşma özelliklerinden arınarak kapalı ve tek tarafa açık olan birer örgüt pozisyonuna düşerler.
Sivil toplum demokrasinin uygulandığı alanlarda kök salar ve dallanıp budaklanır. Kendi gelişimini tamamladıktan sonra toplumun en alt kademesindeki yaşam alanlarına nüfus eder. Gücü ve kuvveti bulduğu zaman demokrasiyi besler. Çapraz genişlemeden çok; yan yana ve birbirini destekler vaziyette genişleyip etki alanını, toplumun damarlarında çoğaltarak geliştirir. Sivil toplum, sivil kuruluşların örgütlülüğü sayesinde; bir tek aklın verdiği hükümlerin doğruluğunu çürütmüştür. Birden fazla akıl ve istişare ile alınan kararlar, insan yaşamında uygulanabilirlik düzeyini artırmıştır.
İşte bunun için sivil kesimin oluşturduğu cephelerden çekinmemeliyiz. İster etnik ve kimlik alanında, ister inanç boyutunda, ister siyasal alanda, ister eğitim, ister işçi hakları bazında veya ekonomik alanda olsun. Tüm toplumun yatay ve çapraz damarlarında derinlemesine hayat bulan STK’ lardan ve sivilleşmeden de korkmamalıyız.
İnsanı merkeze almayan fikirler ve şiddete dayanan oluşumlar; milletin, berrak nehirlerde yıkanma fırsatını elinden almaktadır. Bu sebeple insanın ve inancın elitliği ile beslenen bireyler ve bu bireylerin kurduğu STK’ lar, sivilleşme nehirlerimizin gür akmasına katkı sunacak ve birlikte yaşama direncimizi kuvvetlendirecektir.
Tüm bunların yanında sivil toplum kuruluşlarının handikaplarından da haberdar olmak zorundayız. Devlet mekanizmasından etkilenen sivil kuruluşlar; devletin ekonomik ve hükmetme gücüne fazladan yanaşmaya hazırdırlar. Eğer statükoculuğu destekleyen iktidar ve hükümet ile paralel düşünülüyor ve birlikte hareket ediliyorsa; kendisinin, bir o kadar kontrol altına alındığını bilmesi gerekir. Bu bazen ikisinin de işine yarıyor olabilir. Devlet STK’ ların eli ile halkın taleplerini düzenleyebilmekte ve dizginleyebilmektedir. İplerini elinde tutma becerisini kuvvetlendirmekte, toplumun fren ve gaz pedallarını kontrol altına alabilmektedir. Buna karşılık STK’ ların da devletin verdiği paralarla zenginleşir, servet transferinde aracılık eden bir oluşum haline gelir, devletin nüfuslu ellerinde varlığını sürdürürler. Bu durum, onların “Sivil kuruluş ve Sivil toplum” olma vasıflarını kaybetmelerine sebep olur, zamanla halk nezdinde itibarsızlaşır ve etkinliklerini yitirirler.
***
STK’ lar özerkliklerinden taviz veremezler. Devlete yanaşıp onu yüceltemezler. Devleti, devletin memurları yüceltir ve yüceltme sloganlarını da onlar atar. Yüceliğinin esasını devletin tüm bireylere eşit mesafedeki duruşu ve sosyolojik kültürlere olan uzaklığı belirler.
Evet, bugün ülkemizde sayıları on binleri bulan sivil kuruluşların kendi aralarında da istenilen düzeyde bir iletişim sürecine dahil olamadıklarını görüyoruz. Aynı amaç için kurulan ve aynı alanda çalışmalarını sürdüren ve de aynı kitleye hitap eden birçok sivil toplum kuruluşun birbirinden haberleri yoktur. Hatta çoğu birbirini desteklemez. Bu da STK’ ların güçsüzlüğüne sebep olmakta ve etkinliklerinin azalmasına yol açmaktadır. Hem ulusal düzeyde, hem de yerel bazda tüm sivil kuruluşların güç birliği yapmaları gerekir.
***
Ülkemiz seçim sürecini atlatıldıktan sonra Yeni Anayasa ve toplumsal sözleşmeler niteliğindeki yeni kanunları hazırlayıp pişirilmek üzere fırına verilecektir. Bu süreçte; ‘Fırın sıcaklığının ayarlama derecesi’ STK’ların gücüne inanan sivil insanların elinde olacak ve işbirliği yapmalarına bağlı olarak değişecektir. Fırındaki yüksek sıcaklık, sosyal tabakalar arasında var olan gerilimleri artırır ve uzlaşabileceğimiz insani değerlerimizi toptan yakabilir.
Zaman, Tarikat zamanı mı? Zaman, Cemaatleşme zamanı mı? Yoksa bunların dışında zaman, STK’ların zamanı mı? Veya STK’ların kaymağını yeme zamanı mı?
Tüm bu soruların cevabını yine zaman verecektir.
Vesselam herkese…