ORYANTALİZMDE FİLİSTİN SORUNU
Ortadoğu’daki bu dramatik çatışmanın temelinde, İsmail ile İsrail’in arasında kardeş katli ile neticelenmiş olan husumet mi yatmaktadır bilinmez ama;İsrail’in başlatmış olduğu insanlık dışı hârekât, dünyayı ortadan ikiye ayırdı. Saldırıyı kınayanlar ve susarak taraf tutanlar. Kınayanların duruşu net. Ya susup taraf tutanlar aslında onların da tavrı net; çünkü kendini özgürlük ve demokrasi gibi leke sürülmeyecek amaçlara adayan ve kaderlerinin dünyayı yönetmek ve ona liderlik etmek olduğunu bunu gittikleri ülkelere giderken kendilerine biçtikleri rolün bir parçası olduğunu savunanlar ile iklim değişikliğinden dolayı dünyada yaşanan gıda krizini, yoksulluğu ve açlık konusunu tartışmak için toplanan ve günde dört öğün yemek yiyip öğünlerde Kanada kuzusu, Fransız şarabı, İngiliz havyarı, Rus votkası, Amerika domuzu ve Çin süt kuzusu ile Japon füme somonu yiyerek, lavanta ballı fıstıklarla sona erdirdikleri toplantıda dünya açlık sorununu! masaya yatıranlarda da bir ses çıkmadı. Aslında bu duruşa fazla da kafa yormamak gerek; çünkü Batı düşüncesinin tarihsel arka plana indiğimiz zaman gerçekler ortaya çıkmaktadır. Orta Çağdan buyana kendi dışında kalan diğer tüm bölgeleri ötekileştirip kendinden makul bir söylemle konuşan Batı için Filistin: işgal edilen toprakları, ötekileştirilmiş ve tarihin dışına atılmaya çalışılan bir mekânı simgeler. Filistinli, bu ötekileştirilme sürecinde, Batılı söylem tarafından, hem modernleşmeye karşı pasif ve edilgen, bu nedenle dışarıdan içeriye bir yolla dönüştürülmesi gereken bir özne, hem de dışarıya karşı mücadelesinde bir terörist olarak totalleştirilmiş, bu nedenle de denetlenmesi gereken bir kimlik olarak temsil edilir.
Ortadaki mevcut problem artık sürüp giden farklı ve ardışık akıl için bir ve aynı olan tasarının temel problemi değil, temel ve temellerin yenilenmesi olarak değer kazanan dönüşümler problemidir. Çünkü; Batılı insan ‘öteki’ni değiştirmek, dönüştürmek ve kendine benzetmek ister. Benzetemezse terörist olarak ilan eder. Modernlik kendi kurgusu içinde yeniden ele geçirmeler, unutmalar ve tekrarlamalar oyunu içerdiğini ‘öteki’nin özgünlüklerini görmezden gelir. Oluşturduğu yeni ufuk çizgisinde Irkçılık, soykırım, etnik merkezcilik, tek kültürcülük, yabancı düşmanlığı gibi pek çok olumsuzluk ‘öteki’ kavramına dayandırılmaktadır. Bu problemleri tek kelimeyle özetleye biliriz. Tarih olarak bir disiplin var olduğundan beri Batılı dokümanları incelediğimizde, onları sorguladığımız da ortaya çıkan sonuç o kadar açık ki; sadece söylemek istedikleri şeyleri değil fakat gerçeği söyleyip söylemediklerini ve onu hangi sıfatla öne sürebildiklerini, bilgi ya da bilgisiz, otantik ya da bozulmuş olup olmadıklarını eserlerindeki düşüncelerinden anlamaktayız
Birleşmiş Milletlerin 1940’lı yıllarda aldığı karar ile Arapların kalbine saplanan hançerin tarihsel çözümlemelerde kendini gösteren en büyük problemi; artık parçalama, yok etme ve sınır problemidir. O halde bazıları bir birine yakınlık içinde bulunan ve onlara bu yeni tarih biçiminin kendi teorisini hazırlamaya çalıştığı bütün bir problemler alanının açıldığını görüyoruz. Karlsson Ingmar’ ın dediği gibi, İsrail devletinin kuruluşu, Araplar için bir ruhsal darbe olmasının yanı sıra, onurlu ve zengin bir geçmişi olan bir kültürün kendi topraklarında bağımsız olmayışının da acı bir anısıydı
Ünlü oryantalistlerden Louis Massignon (1883-1962) kadar bu problemi doğu kültürünün, mistik ve egzotik havasına uygun bir tarzda ifade edebilen olmamıştır. Ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı metinlerden birinde Araplarla özelde Filistin sorunu için şöyle yazmıştı: “Sanırım Arapların gelecekteki problemlerinin kaynağı semtimizde bulunuyor olmalı. Bu problemi şu veya bu şekilde hal etmek gerekir. Fakat bunu başarabilir miyiz? Ben mevcut teknokrasinin -son tahlilde problemlerin inşasındaki teknik ve düşünce üstünlüğü nedeniyle İsrail, bu konuda tüm dünyaca teşvik edilmiştir.- mekanik tekrarına ilişkin oyunun azaltılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü İsrail saf bir devlet hakkındaki entelektüel kuramdan, umuttan güç alarak asla bu problemleri durdurmaya yanaşmadı. Araplar kendilerini Yahudilerin seçilmişliği, hakkın seçilmiş Yahudileri iddiasıyla çatışır bir halde buldular. Kanun dışı ilan edildiler, dışlandılar. Birçok sebepten kendilerini, İsrail’in üstesinden nasıl geleceği bir göreve mecbur bırakıldılar. Fakat bana öyle geliyor ki, kardeşler arasında mutlak bir uzlaşma kaçınılmazdır. Araplar, İsrail için kabul edilebilir içsel bir kanıt getirebilirler. Bu kanıt onların aynı zamanda soyut bilimsel çalışmaların aracı da olan kutsal dilidir. Orta Çağ boyunca tüm Yahudi eliti Arapça olarak düşünmüş ve yazmıştır. İşte temel mesele budur”( Abdulmelik Enver “Krizdeki Oryantalizm” İstanbul, 1998 s.16.) Duygusal cömertlik, temanın yanlış ve zararlı genişlemeye eğilimli olan doğasını, doğru bir şekilde anlamayı engellememelidir. Aksi takdirde bu bakış açısı modern Batı tarihinin deforme olmuş prizmasından bakarak değerlendirmek gibi bir şey olur.
Doğu’ya atfedilen şeyler, sömürmek, boşluk, kayıp, yıkım, yağma, talan duygusudur ve bundan böyle her Batı’ya meydan okuyuşunda, Doğu’nun bulacağı hep aynı yıkım olacağa benzemektedir. Çünkü Batının suyundan içmiş her batılı kafanın, her defasında Doğu’ya meydan okumasının nedeni, beslenmiş olduğu bu tarihi arka plandır. Batı’nın, Doğu olgularını reddetmesinin şiddeti bazen medeniyetleri karşı karşıya getirmeyi göze alan bir meydan okumaya, bazen de Batıyla her türlü ilişkiyi kesmeyi talep eden bir tavra bürünüyor. Batı imgeleri aracılığıyla, Doğu konuşturulur, bu konuşturmada ötekinin ne olduğu veya ne tepki verdiği önemli değildir ve onların ne söylediğine de zaten pek bakılmaz. Onlar adına konuşulması gerekir çünkü kendi adlarına konuşamayacak kadar yoksunluk ile maluldürler. Onca feryada onca çığlığa onca yakarışa Batı’nın kulak tıkaması, görmezden gelmesinde yatan asıl sebep burada aranmalıdır.
Asırlardır sebepler ve bu sebeplerin yarattığı sonuçlar farklı olsa da Batı’nın kendisine biçtiği misyon hep aynı olduğundan bu yazının bir sonuç bölümü yok; çünkü ortadaki problemin çözümü yok. Filistin’de yeşeren tohumlar sevgi yerine kanla sulanmaktadır. İsrail tanklarına taş atanların çocukları canlı intihar bombası oldular, ya şimdi ölenlerin çocukları onları nasıl bir gelecek bekliyor bu sorunu cevabı ortada çünkü on yaşındaki, sekiz yaşındaki Filistinli çocukların intikam yemini etmesi Filistin’in geleceği açısından önemli fikirler vermektedir. Her an bir canlı intihar bombasıyla karşılaşıp öleceğinden korkan ve bunun sonucunda psikolojik travma geçiren İsraillilerin almış oldukları ruhsal tedavi ve bunun yarattığı tedirginlikle şuursuzca güç kullanmaları bölgenin kaderini belirlemektedir. Ölmekten korkan bir millet ve buna karşılık haklı davası için, toprakları için, geleceği için ölümden korkmayan bir millet. İşte bölgenin acı ama gerçek resmi bu. İnsanlığın kendi tarihindeki savaşlardan çıkardığı sonuç yine savaş.
Her defasında evrensel ahlak ilkesinden bahseden şimdi ise susup seyirci olanlardan beklenen; hiç olmasa birazcık seslerini yükseltmeleridir çünkü; aklın, bilimin, kültürün, uygarlığın, insan olmanın ölçüsü her türlü saldırıya, kıyıma, yok etmeye karşı birlikte durmaktır.