Bir zamanlar radyolarımızda da memleket havaları vardı. TRT’nin Radyo 1 kanalında sürekli bu programların müptelasıydım. Hepten memleket havasını dinlemek, memlekete ait bir türküye, bir ezgiye ne zaman sıra gelir, ne zaman anons yapılır diye radyolarımızı yanımızdan ayırtmazdık. Ta o zamanlardan beri bizim bir memleket sevdamız vardı ve hep bir bağlanmışlık duygusuyla her taşına hasretle dokunur, her sokağında umut ile adımlarımızı atardık. Diğer memleketlerde var olan güzelliklerin, niye memleketimizde yok diye buruk bir havamızda vardı.
Bilen bilir, bu köşede memleket ile ilgili “Mehalla Trafo”, “Üç Dilli Üç Dinli Mardinli” “Bir Yaz gecesinde Kasimiye’de Teravih Namazı Kılmak”, “Bir Umudun adıydı Pelul”, “Mardin’de Herkes Kapısının Önünü Süpürürse”, “Biz Birlikte Mardinliyiz” vb. birçok yazı yazdım. Bu coğrafyaya ve bu coğrafyanın kaderine hep saygı duyduk ama bir yandan da memlekette güzel şeyler olmalı, memleketimizin insanları diğer memleketliler gibi imarda, çevre düzeninde de, park ve bahçede, istihdamda, eğitime ayrılan payda, insan kaynaklarında ve yönetsel alanda güzel şeylerin olmasının heyecanını da yüreklerimize nakşettik. Bu heyecana ulaştık mı? Ulaşmadık mı? Meselesini ve niye ulaşmadığımızın sebeplerini bu yazının dışına havalede ederek öteliyorum.
Zira memlekette sadece memleketliler mi kalsın? Yâda biz memleketliler sadece kendi memleketimize mi katkıda bulunalım? Ve sadece kendi memleketimize mi çalışalım? Başkasına ihtiyaç yok mu? Daha ötede ne biz gelelim. Nede onlar gelsin gibi argümanların yerine kim liyakatliyse ve kimin memlekette faydası dokunuyorsa, kim insanları kayırmadan hepten tekçilik ve menfaatvari tangoya alışmaya çalışmıyorsa o bizim için muteber olmalıdır. Nice memleketli bu şehrin malına yeltenmiş ve talan etmiştir. Nice memleketli olmayanda memlekette onca liyakatsiz fertleri doldurmuş, bu şehri darmadağın etmiş ve çalıp çırpmıştır. O halde meseleye farklı bakmak lazım.
Evet, Cenabı Hak Kuran’da şöyle buyurmuş:“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” demiş ve bu şekilde bilen insanları ön plana çıkarmıştır. Yine Mekke’nin fethi sırasında Kâbe’nin anahtarının kime teslim edileceği ile ilgili tartışmaların gölgesinde “Allah size, emanet ve yetkileri o konuda güvenilir ve yetenekli olan ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, kim olursa olsun adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitendir, bilendir.” Buyurarak Nisa:4/58 Ayetleri indirmiştir. Yani her şeyi ve meseleyi başka bir yere bırakarak işi ve yetkileri sadece memleketliye veriniz dememiş. Memleketliyi değil yapabilirliği ve liyakati esas kılmıştır.
Asıl meselemiz memleketimizde güzel şeylerin olmasıdır, memlekete kimin taş üstüne taş koyduğu veya koymadığıyla ilgilenmeliyiz. Biz memleketimizi de, memleketimize hizmet edeni de severiz ve unutmayız. Zaten biz kadim bir geleneğin mirasçılarıyız. Rengin ve renkli bir kültürün, çok dinli, çok dilli bir yaşamın varisleriyiz. Biz insanların memleketine değil, memleketimize yaptığı fedakârlıklara bakarız.
Ez cümle; memleketimizin sorunları yılladır azalmadan artarak çoğaldığını biliyoruz. Odaklanmamız gereken şeyin dünün yaşanan pansuman tedavilerinden, temsil paralarının çarçurlarından ve memlekette fayda vermeyen icraatlardan vazgeçerek; memlekette/memleketimizde güzel şeylerin olmasını istemektir/dilemektir.
Efendim Memleketimizde güzel şeyler de olmalıdır. Bakalım hele ! Mevla’m neylerse güzel eyler..!