ŞÎXRE

 
      Temmuz ayının sabahıydı.
      Doğmak üzere olan güneşin sıcaklığı henüz kendini göstermemişti.
      Evin damı dağların gölgesi ile süslenmişti ve kuş sesleri de,  evden çıkan hayvan sürülerinin ayak sesleri ile adetta dans ediyordu.
 
      Yaşamın çetin vakitleri erken başlıyordu, zaman çabuk eriyordu ve insanlar erkenden ayaktaydı…
 
***
 
      Delikanlı, kurumuş palamut ağaçlarının çalı ve çırpısı ile çevrilmiş olan holîk’ın içinde uykuya dalmış ve sabah  uykusunun tatlı evrelerinde dolanıp duruyordu …
 
      Sabah ezanının dağlara doğru yankılanan sesini bile duyamamıştı. Belli ki dünün yorgunluğu,  uykusunu derin kılmıştı.
 
      Henüz ondört yaşına yeni basmıştı.Evin tek delikanlısı idi ve bu şan ile çağrılıyordu.
 
      Bazı gecelerde heybesi ile beraber çobanlara akşam azlığı götürürdü.Bazende gündüz boyunca yeni doğan oğlak ve kuzuları dere kenarında otlatırdı.
 
     Her sabah duyduğu ve halen kulağının pasına zelal zelal değen, berrak ve bir o kadar hazin bir ses; holık’ın çevresindeki kurumuş palamut ağacının yapraklarını da ğışırdatarak; yorganın açık bulunan kısımlarından ona ulaşıyordu .
 
   “Oooo saat öğleye doğru geliyor. Daha uyuyor musun?. Millet dördüncü Şîxre’den dönüyör. De haydı kalk!” Diyen ve hiçbir mekanik saatin uyarrmadığı Beyaz Sakallı Dedenin sesi idi bu.
 
     Her zaman ki dinçliği ve tam zaman ayarlaması ile sabah namazını kılmıştı. Güneş ışınları söğüt ve kavak ağaçlarının arasına  yeni dalmıştı.
 
    Yeni yeni köy meydanı nahırla dolmuş ve horozlar hala ütüyordu.
 
     Beyaz sakallı dede erkenden uyanmış, merkeplerin suyunu vermiş, sırtına heybesini geçirmiş, Şîxre’yi de üste kurmuş, bekliyordu.
 
   “Günün bereketi, kazancın helali, erken kalkmakta olduğunu kaç defadır söyledim” diye hayıflanıyordu kendi içinden; “Bak hala kalkmadı hanım!” Daha az ve kısık bir ses ile sabah erkenden meşk sallayan evin hürmesini de delikanlının uyanmamışlığına karşı dolduruşa yeltendiriyordu sanki….
 
“Git o yorganı üzerinden kaldır, Öğleye az kaldı, çabuk bana yetişsin” diyerek bir yandan delikanlıya, öbür yandan evin hürrmesine hayıflanıyordu. Nede olsa ana yüreği idi.Erkenden çocuğu uyandırmak istemez. Biraz daha uyumasını arzuluyordu.
 
***
Gözlerini elleriyle buruşturdu, yavaşça ayağa kalktı, koyun yünü ile doldurulmuş yorganını kenara çekerek, dağın gölgesibne baktı. Zamanı hesapladı.
 
Güneşin ışıkları kavak ve söğüt ağaçlarının gölgesine yansımamıştı, kadınlar yeni uyanmış, Nahır köy meydanından yavaş yavaş çıkıyordu.
Öyle ki zaman öğleye doğru gelmiyordu ve öğlenin ortası değildi.
 
Beyaz Sakallı Dede, her zaman ki gibi sabahın ilk ışıkları ile uyanmış  ve bir ustanın hassasiyeti ile samanları toplamış, şîxre düzeneğini de merkebin üzerine kurmuş bir şekilde; delikanlıyı bekliyordu.
 
Artık, gün boyunca ve temmuz sıcaklığının verdiği azap ile şîxrelerini, merkeblerin sırtında köy meydanın harmanına (Bînderîne) taşıyacaktı.
 
Şîxre ve Bînderler,
Bir azmin ve mücadelenin çoğrafyalara verdiği armağanlardı.
Güneşin doğuşu, yeni rızıkların habercisi idi.
Minareden yükselen ses, sonsuz yaşama olan bağlılığın göstergesine kanaat ederdi.
Dağların gölgesine, şîxre taşıyan delikanlıların muhrü basılırdı.
Ve dara düşen insanoğlunun aşkına da, beyaz sakallı dedelerin inancı kol kanat gelirdi.
 
Şîxre, topraklarımızın bereketine adanır.
Yüreklere helalinden öpücükler dokundururdu
His üretir,sadakaya duygu katardı.
Çocukların çerçilerine rızıktı.
Ve umdun zekatını katlardı
 
Vesselam Herkese….

YORUM EKLE