Bir defa ünlü sanatçının ölüm haberi geldiğinde, devlet tek, tek yürek yek vücut oldu. Başbakanıyla, muhalefetiyle; sağcısı solcusuyla her kesimden insanlar sanatçının memleketi olan Kırşehir’e akın etti. Duygu dolu bir konuşma yapan Erdoğan şunları söyledi, cenaze namazı kılındıktan sonra:
“Bize nasihat ediyor. ‘İşte ben de sizler gibi yaşadım, sazımda sözümde neyim var neyim yok hepsini ortaya koydum. Örnek olacak şeyler söyledim. Ve bir çizgi ortaya koydum. İşte ben de şimdi o emanet olan nefsimi sahibine teslim ettim.’ Bu birlik beraberlik dünyasında üstat, hep garip ifadesini kullanmıştır. Çünkü o bu yalan dünyaya da garip olarak bakıyordu. Garip geldik garip gideceğiz. Hepimiz aslında garibiz. Yani makamlar mevkiler hepsi boş. Gidilecek olan yer bellidir.Bu kabirde aslına döneceksin. Çünkü biz o topraktan geldik o toprağa döneceğiz. Çeşitli toplantılar vesilesiyle üstatla bir arada olduk. O’nun duyguları Anadolu’nun bir sesi oluşu, çiçek dağının bir sesi oluşu bize de farklılıklar sundu. Ben artık bu sazın susmasından öte inşallah devamını da yetiştirdiklerinden umutluyum. Birliğe o beraberliğe çok ihtiyacımız var.(…)”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise “O, Anadolu demek, Anadolu kültürü demek. O, Anadolu’nun insanı demek. O, 21. yüzyılın Karacaoğlan’ı” diye niteledi, ünlü ozanı. (Sabah Gazetesi, 27 Eylül 2012)
Anadolu ve Mezopotamya
Başbakan da muhalefet lideri de ünlü ozan için ortak olarak ‘Anadolu’ ifadesini kullanmıştır, görüldüğü gibi. Gerçekten de öyle, ozanlar sadece bir kişi değildirler. Toplumun acılarını, sevinçlerini sazıyla sözüyle dile getiren toplumsal bileşenlerdir. Bir toplumu anlamanın en gerçekçi yolu ve yöntemi sanatına, sanatçısına bakmaktır. Sanat ve sanatkar birlikte birer değerdir. Halkın değeri ise bu gibi değerlere gösterdikleri yaklaşımda anlaşılır. Bir başka ifadeyle bir halk eğer sanatına ve sanatçısına sahip çıkmıyorsa gelecekte olduğu gibi, geçmişte de yok olmaya aday, hatta mahkumdur.
Eğer, Neşet Ertaş, Aşık Veysel, Aşık Mahsuni gibi birer Anadolu’nun sesi ise, ki gerçekten de öyledir, o halde Şıvan Perwer de Mezopotamya’dır. Mezopotamya kültürünün sesidir, vicdanıdır. Başta Kürt halkı olmak üzere Kürtlerle beraber aynı coğrafyada yaşayan bütün halkların da çığlığı, Hawarıdır. Bu gibi ozanların türküleri halklarının içinde bulunduğu manzarayı anlatır. Neşet Ertaş’ın Yalan Dünya ve Garip’i, Aşık Veysel’in Uzun İnce Bir Yoldayım’ı, Şıvan Perwer’in Halepçe ve Kine Em’i, Mıhemed Şêxo’nun Ey Felek’i aslında hem kendilerini hem halklarını anlatan birer türküdür.
Kimi sanatçıların veya halk ozanlarının politik duruşları olur, olabilir de. Bu duruşu kendileri belirlemelidir. Özellikle sömürge ulus ve halkların sanatçıları istemese bile halklarının acılarını hissetmek zorundadır. Milli bilincin oluşmasında ve gelişmesinde sanatçıların tarihte kalıcı olabilecek katkıları söz konusudur. Bu, Şıvan Perwer için de bir başka halkın ozanı için de aynı anlamı ifade etmektedir. Ozanlar, baskı altında üretemezler. Örneğin, Şıvan Perwer’e dayatmalarla Halepçe’yi kim yazdırabilir?!. Böyle bir şey mümkün değildir.
Onlar özgürce ve yürekten gelen sorumluluklarla halklarına karşı görevlerini tarihlerine yazdırırlar. İdeolojik duruşları da olabilir; ancak buna da kendileri karar verirler. Sanatçılara ‘ideolojik hizaya’ getirmeyi dayatmak yapılan en büyük işkencedir. Onlar korksa bile bu işkenceyi kabul etmezler; zira böyle bir kabulleniş, onlar açısından kölelik ve bir daha asla sanatsal anlamda üretememe demektir. Her türlü dayatmaya karşı dik duran bir sanatçı ancak sanatsal üretimde bulunabilir. Şıvan Perwer, geçmişte PKK çizgisi ile sorun yaşamış bir Kürt Halk sanatçısıdır. Halk sanatçısıdır çünkü hatırlıyorum, 1976-78 lerde Kürt ulusal bilincinin oluşmasında bir örgütten daha fazla emeği ve çabaları olmuştur. Sazıyla sözüyle yoksul Kürt kitlelerine ulaşmış ve onların tercümanı olmayı başarmıştır. Aynı Şıvan Perwer, Abdullah Öcalan’ın İtalya’da bulunduğu sırada, onu, ziyaret etmiş ve kameralara yansıyan gözyaşları vefalı Kürtlerin hafızalarında br daha silinmemek üzere kazınmıştır.
Son süreçte, özellikle TRT-6 (ŞEŞ) yayına başladığı sıralarda Şıvan’ın ismi de bu kanalda program yapacağı anılınca, sanatçı ‘Ölümle tehdit’ edildiğini basına ve kamuoyuna açıkladı. Halbuki sanatçılar, aydınlar da siyasetçiler gibi her platformda kendi halkının sorunlarını dile getirmelidir. Söz gelimi DEP’ten bugüne Kürt milletvekilleri TBMM’de öyle veya böyle görevlerini yapmaya çalışıyorlar. Kimse diyebilir mi vekiller niye TBMM’de yer alıyor? Diyemez zira Kürt sorununa barışçıl bir çözüm bulmanın yeri TBMM’dir. Aynı şekilde Kürt müzisyenleri de ATV’e, SHOW TV’e, TRT-6’e çıkmalı Kürt halkının yaşayışını, acısını, duyuşunu ortaya koymalı ve bizler bunu sorgulamamalıyız. Aynı durum Şıvan Perwer için de söz konusudur. Ve yüreği büyük olan sanatçı, moral bozucu ‘tehditlere’ aldırmayıp meydan okurcasına sanatçılığına yakışır bir tarzda bir duruş sergilemiştir. Bir Kürt olarak , Kürt halkının trajedisini başta Avrupa olmak üzere dünyanın bir çok yerinde sanatıyla gözler önüne seren bir sanatçının yine ‘Kürtler’ tarafından ölümle tehdit edilmesi beni çok üzmüştür. Yanı başımızda vefat eden bir halk ozanı için devlet töreni düzenleniyor, ki olması gereken budur, ama biz kendi ozanlarımıza ideolojik ve politik dayatmalarda bulunmakla yetinmeyip ölümle tehdit edeceğiz! Halkının gözünden düşürmeye çalışacağız, olacak iş değil. Bir başka üzücü nokta ise böyle bir tehdit durumu yaşandığı sıralarda hiçbir kürdün buna karşı doğru dürüst bir tepkide bulunmaması. Ancak gerçek anlamda sanatçıların emekleri kalıcı olarak tarihte yazıldığı için dün, bugün ve yarınlara hitap eder. Asıl olan da budur.
Güncelleme Tarihi: 03 Ekim 2012, 23:17