Bu sene Kasımiye’ye bir Ramazan gecesi uğramayanlar, ne de çok şey kaybettiklerini nasıl anlasınlar ki?
Bu gece Kasımiyede idim! Muazzam bir insan seli akmıştı buraya; çoğunluğu genç ve orta yaşlarda... Bunların yanı sıra çocuk, yaşlı ve kadınlardan müteşekkil, sayıları bini aşan rengarenk bir cemaat vardı.
Sanırım Kadir gecesinin manevi atmosferi nedeniyle insanlarımızın ilgisi zirve yapmıştı. Medresenin avlusu, eyvanı ve üst katı hınca hınç insan dolmuştu. Yüzlerce araç park etmekte zorlanıyordu.
Homojen olmayan ve her sınıf, yaş ve düşünce mensubu farklı farklı insanları bir arada, omuz omuza ve aynı kıbleye yönelme imkânını oluşturan bu kutlu manzara karşısında heyecanlanmamak mümkün mü?
Sıradan bir cami cemaati, sair zamanlardaki biraradalıktan öte bir halet-i ruhiye.. Sanki bir umre tavafı, ya da Mescid-i Aksa ziyaretinin hissettirdikleri yaşanıyordu.
Ruku’ olmazsa eğilmeyecek başlar hep bir aradaydı. İman, tevazu, vakar ve coşkularını gözlerindeki ışıltı ve bakışlarındaki derin anlamdan seziliyordu.
Aslında küresel müdahalelerin, bölgesel kaosların ve bazı ilçelerimizdeki ağır travmaların oluşturduğu kuşatılmışlık duygusunu ve bölünme fobisini milletçe nasıl aşabileceğimizin anahtarını da veriyordu bu manzara.
Yapay, zoraki ve sentetik gündemlerin bezdirici sahte görüntülerine inat; sahici, kalıcı ve derinlikli unsurlarıyla hala güçlü ve geçerli tablonun ne olduğunu bir kez daha hatırlattı bize.
Ramazan gecesinde Kasımiye ruhu bize millet olarak birliğimizi, dirliğimizi ve ortak umudumuzu bir kez daha işmam etti. Ayrılık-gayrılık dayatmalarının geçici ve sun’i; ortak inanç ve duruşumuzun ise köklü ve kalıcılığını bir kez daha resm etti.
Leyle-i Kadr vesilesiyle Kasımiye Medresesinin avlusunda, balkonunda ve eyvanında vakar içinde kıyama durup huşu içinde secdeye kapananlar bir Kabe ruhunu, bir Kudüs ruhunu ve bir Ümmet ruhunu tüm hücreleriyle soludular.
Bu manzara karşısında Allaha ne kadar hamd edersek azdır. Ancak bu sonuca ulaşmanın da rast gele olmadığını hatırlamak bir kadirşinaslık ve vefa borcudur.
Yakın zamanda –sadece altı yıl önce- sorumluluk alarak tarih, şehir ve kimlik şuuru içinde kadim medeniyet mirasımızın ihyasına öncülük eden bir avuç insanın kutlu çabası olmasaydı bugün ‘Kasımiye Ruhu’nu belki de hissedemeyecektik.
“Kasımiye’nin, 1469 yılında Akkoyunlu hükümdarı Cihangir oğlu Kasım padişah tarafından inşa edilen ve seksen yıl öncesine kadar da, tam 540 yıl boyunca ilim ve irfan mektebi olmanın yanında içinde iki mescid ve iki türbesi bulunan bir külliye” olduğunu 24.09.2010 tarihinde Mardin STK Platformu olarak ortak bir bildiriyle hatırlatma zorunda kalmıştık.
‘Hatırlatmak zorunda’ kalmamızı sağlayan olaylar zinciri vardı ki; bunların başında da Kasımiye Medresesinin avlusunu modacı Cemil İpekçinin mankenleriyle defile alanına çevirmesi ve Mardin Bienali adı altında işret meclislerini buraya taşıması hadisesi gelmektedir.
Tam bir İslam şehir mimarisini ve kadim medeniyetimizin anıtsal mirasını barındıran Mardin’in ruhuna ve sosyal dokusuna kasd eden ve dönemin valisi tarafından da maalesef tam destek gören bu teşebbüsleri unutursak hafızamıza ve emeğimize yazık etmiş oluruz.
‘Hak şerleri hayr eyler’ der İbrahim Hakkı hazretleri. Dönemin valisinin bu dayatmaları karşısında ilin sosyal, siyasi ve idari açıdan yetkili zevatının pusması ve hatta psiko-sosyal baskısı karşısında ‘ortak iyi ve ortak sorumluluk’ anlayışıyla kurulan Mardin STK Platformu bileşenleri ‘Kasımiye bir mescittir, Kasımiye bir Medresedir ve Kasımiye bir ilim-irfan ocağıdır’ çıkışıyla 13 maddelik bir manifesto yayınladılar ve ödenecek bedeli de üstlendiler. O günlerde kimin yolda döküldüğünü, kimin yönünü değiştirdiğini ve kimlerin de risk alarak baskılara göğüs gerdiğini tarih ve toplum hafızası kayda geçmiştir.
Daha sonra da yerel, bölgesel, ulusal ve küresel birçok meselede ortak dayanışma ruhuyla milletimizin duygu ve beklentilerine tercüman oldular, olmaya devam ediyorlar. Emeği geçen ve katkısı olan tüm STK bileşenlerine ve arka çıkan tüm halkımıza minnet ve şükranımızı sunuyoruz.
Önemli olan ‘tatlı su müslümanlığı’ değil, dalgalı ve fırtınalı okyanuslarda da pusulayı kaybetmemek, kıbleyi şaşırmamaktır. Zor zamanda doğru yerde ve iyinin yanında olmak kolay değildir elbette.
“Coğrafya kaderdir” der İbni Haldun.
Buy coğrafyanın çocukları olarak kaderimizin bize yüklediği sorumluluktan kaçamayız.
Bu coğrafyanın riskleri ve tuzakları yanında önümüze konan güçlü imkânları ve lütufları da görmeli ve değerini bilmeliyiz.
Ramazan ayı gibi, Kuran gibi, Kâbe gibi ve Kasımiye gibi.
Yaklaşık altıyüz yıl boyunca medeniyetimizin yüce değerlerini sırtlanan Kasımiye’nin Tevhid-i Tedrisat’tan sonra at tavlası, samanlık ve cephanelik olarak amacı dışında kullanılmasının milletimizin ma’şeri vicdanında mahkum edilmesi elbette kaçınılmazdı.
Kasımiye’nin, ‘yanmışsam külümden yapılmış bir hisar vardır’ çığlığıyla oluşturduğu kartopu bir çığa dönüştü…
Dönemin valisi ve şehrin dalgakıran zevatı bu gece Kasımiyeyi temaşa etselerdi mahcup olurlar mıydı acaba?
Ve bir gece… Ve bu gece küllerinden ördüğü hisarın içinde bizleri bir arada, kendi nefesiyle kalbimizi mecz etti. 02.07.2016