O olduktan sonra, "anne"lik oldu...
Kul, kadın olarak dünyaya geldiğinde, Allah; ona bu şerefi bahşettiğinde aslında ta çocukluğunda başlar annelik, kadınlık provalarına... Oyunlarında hep bebeğini emzirir karnını doyurur ve şefkatle kucaklar... Ama erkek ya oyuncaktan bir ok ve yay ile veya bir silah ile oynamaya başlar...
KADIN!
İstisnasız her toplumun kullandığı, faydalandığı, hor gördüğü, değersiz ve fazlalıklarmış gibi bir tavır takındığı ama yeri geldiğinde klasikleşen söylemlerle; o, bir anne o, bir eş o, bir bacı deyip aldatılan… Hayatta varmış gibi bakılan ama ciddiye alınmayan…
Bakmayın siz günümüzde bir iki milletvekilinin veya bakanın onlardan oluşuna…
İnsanlık, anaçlık ve doğurganlıkla mücehhez olarak yaratılmış olan varlık sayesinde bu günlere ulaşmıştır… Fakat gelin görün ki insanlığın idamesinin vesilesi olan kadının, “insan” olup olmadığı bile tarihi süreç içerisinde tartışıla gelmiştir.
Spartalılar’da kadınlar savaş dâhil olmak üzere her türlü sosyal faaliyetin içinde yer alır, kız çocukları aynen erkek çocukları gibi eğitilirdi. Dolayısıyla bazı hodbin erkeklerde görülen sınırsız hayat tarzı Spartalı kadın için de mubahtı…
Hintli bir koca ise, karısı ve ailesini köle yerine koyardı. Hindistan’da dul kadınların yeniden evlenmeleri diye bir şey asla söz konusu değildi…
Kazak kadınları evlenene kadar olabildiğine hür yaşar, evlendikten sonra da âdeta kocasının kölesi olur (du)…
Tibet geleneklerine göre ise kadın birden fazla kocayla evlenebilirdi…
Japonların “Geyşa”larından dem vurmaya gerek yok…
Roma kadınlarının Yunan’dan, Mısır kadınlarının da Hint’ten pek farkı yoktu…
İran’da Melik Kubat devrinde Mazdek; “Karılarınız da sizin mallarınızdır.” diyerek kadınları bir metâ hâline getirdi.
Hristiyan Papazlarının; “Kadının ruhu var mı, yok mu?” tartışmaları da meşhur…
Marx’a göre aile ortadan kaldırılmalıydı çünkü; “… Aile de üretimin özel şekillerinden başka bir şey değil” idi.
Demokrasinin beşiği addedilen İngiltere, ancak 1922 yılında kadınlara siyasî hak (oy kullanma) tanıyordu…
Marx’ın yaşadığı devirde İngiltere’de bir kadın 14 saat çalışıyor ancak, bu çalışmanın karşılığı olarak karnını zor doyuruyordu. O tarihlerde bütün Avrupa İngiltere gibiydi. Kadınlar ve çocuklar âdeta patronların kölesiydi.
Batılı Sade için kadın; nasıl “Bir çiftleşme, bir zevk makinesi” idiyse, Freud için de; “Cinsî içgüdü, yaratıcı faaliyetin en büyük kaynağı” idi.
Sonraları gerek iktisadî sömürgecilik, gerekse ahlâkî dejenerasyon neticesinde Feminizm, bütün Avrupa’da bir kasırga gibi esti. Felsefî doktrin olarak Avrupa’da Feminizmin karşısına aykırı bir üslup ve acımasız bir eleştiriyle ilk dikilen, Nihilist-Filozof Nietszche; “Kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacını unutma!” diye hemcinslerine tavsiyede bulunuyordu.
Nietszche’ye göre Feminizm; “Erkek gibi olmaya can atan bir kadının operasyonundan” başka bir şey değildi…
Bizim anlayışımıza göre ise; Erkek ve kadın aynı değildir. Çünkü erkek zulmü, şiddeti sembolize ediyorken, kadın adaleti ve sevgiyi sembolize etmektedir.
Kadın erkek gibi değildir… Kadın mütevazıdır; yavrusunu sesiz sedasız 9 ay 10 gün taşır, kanıyla besler ve doğurur, erkek ise mütekebbirdir; çocuk doğar doğmaz, “Erkek adamın erkek çocuğu olur” diye böbürlenir durur!
Cinsler elbette ki ayrı olacaktır… Ne erkek olmak ayıp ve eksikliktir ne de kadın olmak… Çünkü cinsiyet tercihi değildir. Fakat asıl ayıp ve eksiklik; tercih dahi edilemeyen cinsiyetin doğal ve doğuştan olan meziyetlerini diğer cinsi ezme ve sömürü aracı kılmaktır...
Hiç kimse kusurumuza bakmasın! Düşen kadının elinden tutacağı yerine, düşen kadına sahip çıkacağı yerde: Genelev ve çalışanlarına ‘ruhsat’ vererek bu düşüşe de ruhsat verenler, az maaşla kadını köle gibi çalıştıranlar ve kadını üzerinden kazanç elde edilen obje olarak görenler, kadına yapılan şiddeti önleyemeyeceği gibi kadın haklarını da veremezler...
Bu bağlamda Hz. İsa’yı cansiperane koruyan Meryem’in, tüm servetini Hz. Muhammed’in yolunda harcayan Hatice’nin ve bizleri doğuran annelerimizin de birer kadın olduğunu, sözlü ve psikolojik şiddet ve baskı başta olmak üzere kadına yapılan tüm şiddet şekillerine karşı olmamız gerektiğini hatırlatırız.
Peki, kadınlar sadece 8 Mart'ta mı hatırlanmalılar? İslam kadına hayat verirken, “medeniyet” sadece bir gün vermiş çok mu? "Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman... 81/9" işte ne demek istediğimiz belki de o zaman anlaşılacaktır!
M. Burhan HEDBİ
OHAK-DER Başkanı
08.03.2014
Güncelleme Tarihi: 08 Mart 2014, 09:25