Rivayet odur ki Türk Solu'nun anlı şanlı eski tüfeklerinden Mihri Belli, Fransız bir siyasetbilimci Jean Jaurés'ten çevirdiği bir cümle'yi 'iyi sosyalist, iyi yurtseverdir' yerine 'iyi sosyalist, iyi milliyetçidir' biçiminde çevirmekte bir beis görmemiştir. (Bkz. Hadi Uluengin, Taraf, 16. 03.2013) Bu tahrifatın Türk Solu bağlamında 'özel bir sembolizm'i imlediğini belirtmek gerekir. Evrensel sol düşüncenin millliyetçilik'e uzaktan yakından bir sempatisinin olmaması, hatta bu olguya eleştirel bakmayı etik bir ödev olarak görmesi, Türk Solu'nun dağarcığında bir anlam ifade etmez. Günümüz Türk Solu'nun mümesillierinin Mihri Belli'den en ufak bir sapma göstermeden, yollarına devam ediyor oluşu ise son derece anlamdır.
Gezi olaylarıyla beraber billurlaşan bir mesele var: Türk Solu'nun, Türkiye'nin siyasi manzarasında marjinal olduğu kadar, zayıf ve çaresiz bir görüntü çizmesinin dikkate değer olması. CHP'nin görece, Türkiye'de sol bir kimlikle siyaset yapıyor oluşu, belki bu durumun temel nedenidir. Fakat görünen o ki, CHP olmasa bile Türk Solu bundan farklı olmayacaktı.
Türk Solu'nun açmazları üstüne düşünürken, kamuyounda BDP'nin HDK adı altında Türk Solu ile yapacağı ittifak son günlerde epey tartışmaya konu oldu. Kurulduğu günden beri BDP (ve elbette öncülleri)'nin hareketinin salt etnik bir parti görüntüsü vermesi ya da açık bir ifadeyle 'Türkiyelileşme'de zorlanması, bu gerekliliği doğurmuş olsa gerek. Bu konuda Vahap Coşkun önemli bir yazı yazdı. (Radikal-2, 11.08.2013) Coşkun'un 'Olmayacak Duaya Amin' başlıklı yazısında dile getirdiği gibi, bu ittifakın Kürtlere bir yarar sağlamayacağı açıktır. Vahap Coşkun'un saptamasıyla söylersek, 'Türk Solu'nun halk nezdinde ne bir ağırlığı ne de saygınlığı vardır". Coşkun'un analizini yaptığı sol söylemin Kürtlere bırakın bir katkı yapması, (Kürtlerin) ayağına pranga olması daha muhtemeldir. Bu söylemi Coşkun şöyle açılıyor: "güç birliğine gidilen gruplar radikal sol söyleme ve ideolojik katılıklara sahip. Bu da onların toplumun ve zamanın gerçeklerine uzak düşmelerine neden olur. Mesela piyasa ekonomisi lanetlenir, merkezi ekonomi savunulur, kapitalizm ve emperyalizme karşı enternasyonalist bir mücadele ve dayanışma pratiğinin ortaya konulacağı belirtilir. Kâğıt üzerinde çok fiyakalı duran bu sözler, bazen Kürt siyasetinin yönetim katında bulunanları da etkisi altına alıyor ve siyaset üretirken onların gerçeklikten kopmalarına neden olabiliyor ama Kürdüyle Türküyle orta sınıflaşmaya çalışan Türkiye toplumu bu sözlere prim vermiyor"
Gezi Süreci'nde Türk Solu'nun Kürtlerden yüz bulamamasının 'olgusal' yanını dikkatlice görmek gerekiyor. Armağan Öztürk'ün (Radikal-2, 25.08.2013) Vahap Coşkun'un perspektifini eleştirdiği cevabî yazsısında ortaya koyduğu argümanları Gezi Süreci'yle ilişkilendirmek mümkün.
Herşeyden önce, Armağan Öztürk'ün Kürtler adına duyduğu korkuların yersiz olduğunu belirtelim. Öztürk'e göre Kürtler Türk Solu ile bağlantılarını koparırsa, muhazafakar-liberal bir savrulma yaşacayacaklardır. Öncelikle, 'muhazafakar-liberal' duruşun niye 'savrulma' anlamına geldiğini sormak gerekiyor. Totalci ve oligarşik bir sol söylem yerine çoğulcu ve küresel dünyayla uyumlu bir 'muhafazakar-liberal' siyasetin Kürtler için daha akılcı olduğu kuşku götürmez.
Öte yandan,, Armağan Öztürk, Gezi'den sonra Kürtlerin Ak Parti'ye güvenmemelerini istiyor. Yani şunu demeye getiriyor: Ak Parti sizi kandırıyor. Barış akamete uğrayacak. Eğer 'ortak bir anlaşma' süreci varsa, Kürtler masadan çekilsin. Böylece Kürtler kandırılmaktan kurtulurlar. Armağan Öztürk'ün argümanlarına bakarsak, Kürtler için Türk Solu'nun Kemalistlerle beraber kotardıkları 'inkar ve asimilasyon' devr-i saadeti daha evladır.
Bölgede yaşayan birisi olarak şunu samimiyetle söyleyebilirim, Kürt orta sınıfı, Ak Parti ile beraber 'resmî Kürt söylemi'nde radikal değişikliklerin olduğuna yürekten inanıyor. Kürt sorunun temel leitmotivi Kürtçenin üzerindeki yasakları Ak Parti'nin peyderpey kaldırdığını görüyor. Sadece TRT 6 değil, Kürt bölgesinin ana akım üniversitelerinde Kürdoloji bölümleri göz dolduran çalışmalar yapıyor. (Daha geçenlerde Mardin Artuklu Üniversitesi, 1850'li yıllarda görev yapan Rusya'nın Erzurum Konsolosu Aleksander Jaba'nın topladığı yüzlerce Kürtçe el yazmasından oluşan arşivin Mardin'e getirilmesi için Rus yetkililerle bir anlaşma imzaladı. Bkz.http://www.memurlar.net/haber/388215/ )
Yalnızca İsmail Beşikçi'yi okusak bile Türk Solu'nun Kürtlere attığı kazıkları görebiliriz. Esasında Kemalistlerin inkar retoriği ile Türk Solu'nun 'enternasyonal' söylemi, Kürtlük'ü yok etmeye matuf bir silah olarak aynı işlevi görmüştür. İsmail Beşikçi, bilhassa Kürt Aydını Üstüne Düşünceler'de ele aldığı meselelerde, Türk Solu'nun 'enternasyonalizm' perdelemesiyle Kürtleri uyuttuğunu ve milli duygularını tamamen yok ettiğini örneklerle anlatıyor. Bir başka kitabında, Kemalist-Sosyalist karması Uğur Mumcu'nun Halil Berktay'la yaptığı bir söyleşide 'Türk Sosyalizminin Üç Koşulu'nu aktaran Beşikçi ne kadar da haklıdır. Bakın Uğur Mumcu hangi 'bagajlar'ı sıralamış:
1-Türk solculuğu azınlık ırkçılığına, yani Kürtlüğe alet edilmemelidir.
2-Türk sosyalizmi maceracı akımlarla görüş birliği içinde olmadığını her fırsatta ortaya koymalıdır.
3-Türk sosyalizmi ideolojik bağımsızlığını korumalıdır (Kendini Keşfeden Ulus: Kürtler, Yurt-Kitap Yayın, ,s.28)
Ne hal'de ne de geçmişte Türk Solu Kürtlere bir yarar sağlamadı. Türk Solu Kürtlerin sırtında sürekli kambur olmuştur. Kendi zihinlerindeki siyasetleri Kürtlere dayatmışlardır. Türk Solu'nun bugün temel korkusu şudur: Ak Parti'nin Kürtlerle barışması. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan'ın aktif ve geri dönülmez bir biçimde sürdürdükleri barış sürecinin stratejik hesaplarında yeri yoktur. PKK güçlerinin sınırdışına çekilmesi korkularını arttırmaktadır. Vahap Coşkun'un mükemmel deyişiyle, "Onlarınki hiç kuşkusuz “hubbu Ali’den değil buğzu Muaviye’den”. Yani Kürt muhibbi kesilmelerinin altında “Kürt sevgisi” değil “AKP düşmanlığı” yatıyor"
Bütün mesele budur: Gezi Olayları, Türk Solu ve Kürt Siyaseti arasındaki ilşkileri bu minvalden görmek gerekir.