Elbette İslâmiyet’in bilim felsefesinde başat düşünce bilimin temel görevinin Allah’ı daha iyi anlamak veya moda tabirle söyleyelim, bu konuda insanlarda ‘farkındalık’ yaratmaktı. Bilim kutsal görülüyordu ve bu yüzden medreseler camiler etrafında örgütleniyordu. Bilimin ortaya koyduğu gerçekler Allah’ın sayısız tecellisine işaret ediyordu.
Kuşkusuz günümüz insanı İslâm’daki bu tür pratiklerin katı bir teoloji meydana getirdiğini düşünecektir. Ama Müslümanlar sadece nakli ilimlere yüzlerini dönmediler. Yunan geleneğindeki mantık (logic)’la da epey uğraştılar. Başka kültürle etkileşim, elbette insanın idrakinde ‘gerçeklik’in farklı veçhelerini ortaya çıkarıyordu. İslâm’daki tarikat ve mezhepleri, belki de, bahsettiğim bu çok-sesliliğin izlerinde aramak lazım.
İslâm’daki katı ortodoksinin başlangıcı, klasik değil modern zamanlara aittir. Hz. Peygamber’in temellerini attığı bu devrimci ruha Müslümanlar maalesef sonradan ihanet ettiler. Çok-seslilik’in bastırılması adına bazı âlimler, (meselâ İbn Teymiyye) insanlık tarihinde entelektüel bir dev, bir filozof olan İbn Arabî’yi ‘kâfir’ ilan etti. Oysa İbn Arabî hakkında günümüzde tonlarca kitap yazılıyor.
Tabii ki, Gazalî’nin yaptığı yalnızca ortodoksiyi konsolide etmek oldu.
İslâm’ın başlangıçta, sosyolojik bakımdan feodalitenin dibini yaşayan bir toplumu (ya da kavmi) birkaç yüzyılda Endülüs’e taşımasındaki etken enerji, birkaç âlimin ‘akidevî’ takıntıları yüzünden tüketildi. Elbette gözden kaçan bu olgu, sonradan İslâm’ın katı bir hoşgörüsüzlük içine gömülmesini beraberinde getirdi.
Müslümanlar arasında ‘öteki’yi yok sayan algının türediği kökeni açıklamaya çalışırken, suçu ‘dış mikrak’larda aramaya gerek yok. Bir Sünni bugün, bir Alevî’yi anlamıyorsa bunun suçlusu kendisidir. Alevîlere, gökten zembille inmişler gibi, bu toprakların halkı değilmiş gibi muamele ediyoruz.
Kendi inançlarımızın esaslarını, kodlarını Alevîlere dayatmak, yukarıda verilen açıklamalarda belirtildiği gibi İslâm’ın bir iç sorunudur. Bu mantığın Katolik kilisesinin yer-merkezli doktrininden hiçbir farkı yoktur. Bir Galilei bütün sistemi yıktı.
Türkiyedeki Müslümanları, Ebul-ala-Afifi’nin şu sözleri üstünde düşünmeye davet ediyorum: İslâm sadece Kur’an ve Hz. Peygamber’in hadislerinde açıklanan bir doktrin bütünü değildir, ya da herhangi bir devirde, Sünnîlik gibi bir mezhep tarafından en iyi şekilde temsil edilmiş bir din de değildir; o mensupları tarafından kabul edilmiş ve halen de kabul edilegen canlı ve diri bir dindir”
Dünya, kâinatın merkezinde olmadığı gibi, kafamızdaki şablonlar da bütün meseleleri çözmeye ehil değildir.
Bütün okurların mübarek Ramazan’da bereket ve saadet içinde olmalarını temenni ediyorum.
Güncelleme Tarihi: 25 Temmuz 2012, 00:41