KIBLE DEĞİŞTİRMEK

Günümüzde gerek Müslümanların gerekse diğer din mensuplarının yaşadığı en büyük tehlike ve problem dünyevileşmedir. Aralarındaki bariz farklardan dolayı dünyevileşme, sekülerleşme değildir.

Volkan Ertit sekülerleşmeyi,Belli bir zaman dilimi içerisinde dinin, dinimsi yapıların ve bâtıl inançların toplumsal düzeydeki saygınlıklarının ve topluma etki etme güçlerinin göreceli olarak azalması” olarak tanımlamaktadır.

Sekülerizmin asıl amacı, kişilere ve toplumlara hayatın sadece dünyadan ve dünyanın içindekilerinden ibaret olduğunu zannettirip onları dini/uhrevi olan her şeyden uzaklaştırmaktır. Dünyevileşme dine ve dini değerlere ilgisiz kalmayı, sekülerleşme ise dinsizliği doğurmaktadır. İlk dünyevileşme temayülü Hz. Âdem’in iki oğlu arasında gerçekleşen olayla başlamıştır.

Kişiler ve toplumlar kendi tercihleriyle sekülerleşebildikleri gibi bunlar hem medya, basın-yayın ve ekonomik kaygıların etkisiyle hem de geçmişte ve günümüzde olduğu gibi devlet eliyle de zorla sekülerleşebilmektedirler. Müslümanlar için dünyevileşmek kavramı kullanılabilse de seküler kavramını kullanmak doğru değildir. Çünkü Müslümanlar mutlak hâkimiyet sahibi olan yüce Allah’a iman ederler.

İnanç alanından uzaklaşmanın amelî bir sonucu olan dünyevileşme ile dünyaperest olmayı birbirine karıştırmamak gerekir. Dünya malını, nimetlerini ve imkânlarını elde etmek veya zengin olmak dünyevileşmek demek değildir. Bilakis dünyevileşme; helal- haram gözetmeksizin daha fazla mal kazanmak, daha çok tüketmek, daha konforlu yaşamak, daha çok hız ve daha çok haz peşinde koşmak suretiyle dünya hayatını amaç haline getirerek onu ahiret hayatının önüne geçirmektir.

Dünya hayatının rahatını ve bolluğunu yaşama gayesinde olan, ahiret hayatını ve hesabını umursamadan rotayı dünyaya doğru çevirip dünyevî menfaatleri/kazanımları elde etmeyi önceleyen dünyaperestler, dünyevileşme hastalığına/tehlikesine yakalanmış demektir. Kur’an-ı Kerîm, dünya hayatına dalıp, ahiret kazanımlarını gözden çıkarıp ve ahireti ihmâl edenlerin yerinin cehennem olacağını belirtmiştir. “Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse şüphesiz, cehennem onun varacağı yerdir.” (Nâziât, 79/37-39)

İnsanlarının inandığı gibi yaşamamaları, dinlerini bozmaları (tahrif), hevâ ve heveslerine uymayan ve dini emir ve yasakları yok saymaları; yaptığı hayırlı işlerde karşılık, dünyevi ödül ve takdir beklemeleri dünyevileşmenin bir sonucudur.

Dünyevileşen kişi ve toplumlar dağılıp bölünmeye; yer altı ve yer üstü zenginliklerini; güç, heybet ve iktidarlarını kaybetmeye mahkûmdurlar

Resulüllah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Yakında milletler yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sof­ralarına) davet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler."

Birisi: "Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.

Resulüllah (s.a.s) ;"Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çer çöp gi­bi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak" buyurdu.

Yine bir adam: Vehn nedir? Ya Resulüllah diye sorunca,

"Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir" bu­yurdu.(Ebu Davut, Melahim 5,)

Bu hadis bize Müslümanların kalbî zafiyet sonucunda toplumsal güçlerini kaybedeceklerinin mesajını vermektedir. Ayrıca bugünkü Müslümanların ve Müslüman ülkelerin içine düştükleri acizlik, siyasi, sosyal ve ekonomik durumlarına ve buhranlarına ışık tuttuğu gibi tarih boyunca bilimde, mimaride, sanatta, ticarî ve askerî alanlarda öncülük etmiş olan Müslümanların dünya sevgisi ve ölümü kötü görmenin neticesinde öncülüğü yitireceğini de izah etmektedir.

Bencilliğin, cimriliğin, stresin, mutsuzluğun, yalnızlığın, hatanın ve günahın kökeninde dünya metası, tutkusu ve dünyada sonsuz yaşama arzusu yatmaktadır. Dünya sevgisi ve dünyaya dayanılmaz bir arzu ve istekle fazla bağlanma sekülerleşmeyi, sekülerleşme de tüm dini ve manevi değerlerden kopuşu getirmekte ve varoluş gayesini unutturmaktadır.

Dünyevileşme bir kıble değişikliğidir. Bir Müslümanın kendini dünyevileşme tehlikesinin pençesinden kurtarabilmesi için; öncelikle inandığı gibi yaşaması, dünyayı değil kutsalı, ahireti merkeze alması, Allah’ın kitabına, peygamberimizin sünnetine ve ehl-i beytinin yoluna sarılması gerekmektedir. Sonrada nefis muhasebesini yapması, yaratılış gayesini unutmadan dünya-ahiret dengesini iyi kurması, dünyanın aldatıcı cazibesine kapılmaması, dünyayı kesben değil, kalben terk etmesi, dünyayı olduğu gibi değil olması gerektiği gibi sevmesi ayrıca hastaları ve kabristanları ziyaret etmesi, cenaze törenlerine katılması elzemdir.

Hz. Ali (k.v) der ki: Dünya ve ahiretin kendine has evlatları var. Sizler sakın dünyanın evlatları olmayın, ahiretin evlatları olun.

Sahi! Siz dünyanın mı yoksa ahiretin mi evlatlarısınız?

YORUM EKLE