Henüz beyaz karların soğuk yüzlerine şahit olmamıştın, biliyorum.
Karların erimesinden sonra toprakta filizlenen rengârenk çiçeklere de dokunamamıştın, onu da biliyorum.
Henüz üç yaşındaydın ve renkli gözlü kediciklerle oynuyordun. Anne demeye doymamış bir kalbin vardı ve sana doymamış bir anan…
Birde, her Kış’ın kapanan yolların vardı ve senin yatağa düştüğüne inanmayan bilirkişilerin…
Ey! Muharrem, hani babana kartopu atacaktın. Hani yolda üşümeyesin diye sırtıma alacaktım seni, düşmeyesin diye sıkı sıkı sarılacaktın boynuma, ellerinden tutacaktım, soğuktan donan nefesini koklayacaktım ve şimal rüzgârında donmak üzere olan çizmedeki ayaklarını okşayacaktım.
Canım, güzelim Muharrem’im
Beyzalarda resmini yapacaktık. Dönüşte bir elimizde ilaçlarımız; diğer elimizde beyazlara inat, kırmızı balonlarımız olacaktı. Belki diğer sarı balonu da doktor amcan verecekti. Yolda onu şişirmeyecek, küçük kardeşine saklayacaktık.
***
Sesin kısıldı Muharrem, yüküm ağırlaştı. Ne olur bir ses ver bana, babana…
Ellerinle boynuma sarıl, üşüyen yanaklarıma öpücüğünü kondur Muharrem!
Gül bana, gülücüklerini duyayım.
Nefes ver Muharrem, içime çekeyim.
Beyaz gömlekli amcalar, sana kırmızı balonlar almadı diye darılma!
Bana da darılma Muharrem.
Doktora yetişemedik, yetiştiremedim diye de üzülme.
Bak önümüze sevdiğin “karabaş” geldi.
Az kaldı Muharrem, yürüyoruz.
Biz köyümüze dönüyoruz. Anan çorba yapmış sana,
Ama söz!
Karlar eriyince,
Yolar açılınca,
Ve Çerçiler (attar) köye gelince,
Sana kırmızı ve sarı balonlar alacağım.
Birini kendine alırsın, diğerini de köye gelen beyaz gömlekli abı ve ablalara verirsin…
Baba: “Yürüyen arabayı da unutma ha!!”
Onu kime vereceksin? Muharrem…
“Onu da köye gelecek ceketli kravatlılara hediye edeceğim”
Selam sana ve seni sırtında taşıyan babana selam…