17 Aralık operasyonu ve BDP Milletvekillerinin serbest bırakılmaması ile ilgili vakalara atfen yazılmış bir makaledir.
Demokrasi ile yönetilen toplumlarda, milletin verdiği kararlar; her zaman önemsenmiş ve insanlık tarihinin mihenk taşları olmuşlardır.
Halklar; kendi yaşamında değer verdiği insanları, üst makamlara getirme, onları bu görevlerde görme isteği ve bu makamlara taşıma reflekslerini kullanmış ve sosyalizasyonun hâkim olduğu bu tip orta direk toplumlarda bu olgular sürekli vuku bulmuş ve hep olagelmiş anekdotlardır.
Milletler, kendi tarihlerinde bu örnekleri hep vermiştir. Polonya’da hapis yatan işçi lideri Lech Wałęsa yıllar sonra ülkesinin başbakanı oldu. Yine Nelson Mandela; yıllarca hapis yattıktan sonra ülkesinin cumhurbaşkanı oldu. 12 Eylül den sonra birçok yasaklı siyasi lider; halk referandumu ile affedilerek, genel seçimlerde devletin en kritik görevlerine getirildi.
Bugünkü Başbakan, siyasi yaşamının tecrübelerini; Belediye başkanlığından alınması, cezaevine konulması, yargıçların yan çizmezi ve hâkim güçlerin kendilerine çıkardığı engellere borçlu değil midir?
Askerler,Türkiye’yi 91 yıldır millete hesap vermeden; bürokrasi takımı ve yargıçlarla beraber yönetmiştir.Aslında oynanan oyun şu: seçimleri yap, beğenmediğinde as!! İşler yolunda gitmediğinde muhtıra ver, darbe yap. Sıkıştığında ise yargıçları devreye sokarak, her türlü hile ve cambazlıklarla seçileni engelle! Ne ala ne ala!
Şunu bilmek ve görmek lazımdır. Türkiye devleti; Ulus - millet - devlet sürecine girdiği 1920 den itibaren; Anadolu halkını hor gören, millete misafir oyuncu rolünü veren, üstten bakan ve vatandaşa ikinci sınıf muamele uygulayan, kendini bu devletin ve vatanın asil sahipleri sanan, kusursuz aydın, ulu lider, her şeyi bilen yönetici ve bürokrat sınıfı diye bir grubu doğurtmuştur. Bu gurubun dokunulmazlığını da millet adına karar veren yargıçlar sağlamıştır.
Yıllardır muhtıra ve darbelerle yaşadık. Başbakan ve bakanlar idam edildi, nice siyasi partiler kapandı. Seçilmiş Milletvekilleri, onlarca yıl hapiste çürütüldü, bazıları engellendi ve hale engelleniyor…
367 kararı, kapatılan Milli Görüş partileri, yasaklanan Kürt partileri, seçilen milletvekillerin vekilliklerinin iptalleri, yerel yönetim birimlerinde; milletin oyu ile gelen birçok başkan ve yöneticilerin gözaltına alınması, Meclisten başörtülü milletvekillerin atılması ve daha nice kararlar…
Dünyanın gelişmiş demokratik ülkelerinde yaşayan halklar; Hayvan hakları savunucusundan tutunda; yeşili ve doğayı savunan kişilere kadar, Milliyetçi ve faşist kişilerden tutup; komünist ve sosyalistlere kadar, kendi ırk, din ve mezhebinden olmayanlardan tutunda; siyahî zencilere kadar, eşcinsellerden tutunda; satanist ve metelikacılara kadar, her görüş ve düşünceye sahip insanları seçip; Halkın meclislerine sorunsuzca göndermiştir.
Bizim Ülkemizde 12 Haziran 2011 tarihinde genel secimler yapıldı. Millet sandık başına gitti. Kılık kırk yarıp sevdiği kişiye, partiye oyunu verdi. Tercih etti. Seçimini yaptı. Seçtiği kişilere “Sen bizim vekilimizsin” dedi. İl secim kurulları da mazbatalarını verdi.
Millet adına karar verenler, Milletin seçtiklerini güya millet adına ve yine millette rağmen; ne serbest bıraktı, nede vekilliliğine kanaat getirdi.
Bu olay, Millettin, Ta! Kendisini hapis etmiştir. Haddini de, hattını da aşmıştır.
İster Ergenekon sanığı olsun. İster balyoz darbe planlayıcısı, ister KCK tutuklusu olsun. İster sözle terör örgütünü alenen basında övsün. İster faşist olsun, ister milliyetçi, ister vesayet yönetimini savunsun, ister şeriatı. Ne suçla suçlanırsa suçlansın. Eğer milletin kendisi, hür iradesi ile sandık başına gidip, bunlar “benim vekilimdir” demiş ise ki demiştir. Fark et etmez ve bunlar Türkiye Büyük Millet Meclisin Milletvekilleridirler.
Ve şimdi 17 Aralık operasyonu ve BDP Milletvekillerinin hukuksuzca tutukluk hallerinin devam kararı…
Neymiş efendim! “Anayasa kararları bireyseldir. Emsal gösterilmez ve bu bireyi bağlar, diğerlerini bağlamaz” diye bir düzine laf salatası…
Ortada bir Milletvekili’nin serbest bırakılma kararı var ve bu karar uygulandı.
Yahu! Hani Anayasa Mahkemesinin kararları kesindi, hani en üst merci idi, hani Anayasa kararları değiştirilemez ve bir yıl geçmedikçe; bir daha aynı minvalde karar verilmez, kanun yapılmaz idi.
Anayasa mahkemesi, Tüketici hakları koruma mahkemesi mi? Kredi kartı ile ilgili kararlar mı veriyor? bu tip davalara mı bakıyor? Anayasa mahkemesi, Telefon ücretİ ve telefon arızaların verdiği haksızlıkları mı karara bağlıyor ki kararlar bireysel olsun ve emsal teşkil etmezsin.
Bu mahkemenin kararları kesindir ve tüm toplumu bağlar, herkes için emsaldir. Emsal teşkil etmezse; bu yüce mahkemeyi, milyonlarca kişinin kişisel davalarına boğdurur, çalıştıramaz ve adeta kilitleriz.
***
17 Aralık operasyonuna gelince: İnsanların zihnini bulunduran birçok gizemli vakalarla süsletilmiş, sade bir yolsuzluk ve rüşvet olayından çıkarılmış ve fırsat yakalamışken “Bunun da defterini düreyim” operasyonuna dönüştürme çabaların bir ürünü gibi gözükmektedir.
Elbette yolsuzluk ve rüşvet olayları hoş görülmez. Bunu soruşturan ve dile getirenleri vatan hainliği ile suçlamamalıyız. Milletin – devletin parasını yiyen hiçbir insana ve iktidara karşı sevgi ile muhabbet gösterilmemeli ve onları aklayacak mekanizmalara göz yumulmamalı, bu mekanizmaları çalışmaz hale de getirmemeliyiz.
Lakin Türkiye hassas bir süzgeçten geçmektedir. Kürt sorunu ile ilgili çözüm çabaları durur iken, dört tarafımızı saran ülkelerinin istikrazsızlıkları ve çalkantıları göz önünde iken; Ağır yürüyen bir demokratik süreç ve fena sayılmayacak bir ekonomik kalkınmışlık ortada iken; bu tür adli yolsuzluk ve para aklanma olaylarını bir ölüm kalım savaşı gibi sunmak ve “nerden vurayım” telaşına kapılmakta akıl karı değildir.
Ve ayrıca dalaverelerle süslenmiş davaları; fırsat kollayan vesayetçi ve darbeci bir zihniyetin kucağına atarak; milletin rey’i ile iktidar olan otoriteyi zayıflatmak ve farklı yollarla devirmek, itibarsızlaştırmak; milleti, halkı, hukuku ve demokrasiyi seven; cennet - cehennemi bilen ve kaostan uzak olanların yapacağı ve çanak tutacağı işler de olmamalıdır
Tüm bunlar; Yargıçların hatalı tarihi kararları değil mi(di)dir? Bu kararları, millet tek tek düzeltmedi mi?
***
Sorunsuz rejimler; tam demokrasi ile yönetilen halk rejimleridir. Demokrasiler; milletleri ayakta tutan sistemlerdir.
Bu sebeple halkların son sığınağı demokrasidir. Demokrasinin de sığınağı özgür bireylerdir. Özgür bireylerinde sığınağı hukuktur, yargıdır. Hukuk; insanları özgürleştirdiği, haklarını verdiği müddetçe meşrulaşır ve itibar kazanır.
Bunun için ülkemizin tüm unsurları ile beraber bir demokrasi çekirdeği oluşturmak lazım, Bu demokrasi çekirdeğini; dirençli sivil toplum kuruluşları, örgütlü halk kitleleri, sosyal inanç değerleri ve halkın tüm renklerini de içinde barındıracak bir “sosyal yapı” kabuğu ile donatmalıyız.
Acilen ve hemen şimdi, iletişim ve diyalog ağları oluşturmalı ve en kısa zamanda; milletin meclisinde, millete rağmen verilen kararları düzeltilmeli…
Yoksa Millettin kendisi, “Efsaneler geri döner.” Nidası atarak; elinden vekillikleri alınanları ve farklı pozisyonlarla iktidarları alaşağı edilen kişileri, daha da güçlü hale getirerek; meclise geri getirir.
Milletin bu konuda şakası olmaz ve olmamıştır.
Vesselam herkese…