Dünyanın her yerinde barış kavramı savaşların olduğu veya olayların arttığı her dönemde sık sık dile getirilen bir kavramdır. Öyle bir kavramdır ki kendisine sığınan veya onun maskesini takan en zalimi bile masum gösterebilir! Başka bir ifadeyle barışı maske olarak kullananlar da olmuştur tarih boyunca ve olmaya devam etmektedir. Barış aynı zamanda bir yeniden inşa sürecidir, psikolojik, sosyal ve ekonomik anlamda. İnsanlar barışa geçtiği anda yaşadıkları acıları yavaş yavaş unutmaya başlar ki insanın bu unutma yetisi psikolojik anlamıyla pozitif olarak değerlendirilebilir. Yani unutma yetisini her daim olumsuza yormak doğru değildir.
Türkiye’de yıllardır ordu ve emniyet güçleri ile PKK’liler arasında bir çatışma süreci yaşanıyor. Bu çatışmalarda on binlerce insan yaşamını yitirdi, ölümlerin belki de üç-dört katı kadar da insan sakat kaldı. Bu, hiç kuşku yok ki büyük bir toplumsal yaraya işaret eder. Çatışmalar boyunca ve zaman zaman artınca barış kavramı siyasetçiler ve aydınlar tarafından sık sık gündeme getirilip enine boyunca tartışıldı/tartışılıyor.
Barışın nasıl sağlanacağı konusunda öne sürülen fikirler daha çok hükümete veya devlete konuyla ilgili nasıl bir politika geliştireceğinin alt yapısını geliştirmek içindi. Fakat her dönemde iktidar ve örgüt yöneticileri birbirlerine çeşitli şartlar dayatarak barış kavramına yaklaştılar; bundan dolayı da gelinen noktada barış sağlanamadı aksine kimi zaman savaş boyutuna varan çatışmalar yoğunluk kazandı.
Türkiye’de bütün cumhurbaşkanları ve başbakanlar başta olmak üzere ana muhalefet partilerinin başkanları ve kimi aydınların da öne sürdüğü tez örgütün koşulsuz olarak silahı bırakması ardından Kürt sorununun çözümü konusunda gerekli adımların atılacağı yönünde olmuş, olmaya devam etmektedir. BDP’ye gelene kadar kurulan bütün partilerde Kürt siyasi aktörleri ve bu çizgiyi benimseyen aydınlar da ‘Devlet PKK ile masaya oturmalı. Çözüm adresi Öcalan’dır. Kimle savaşılıyorsa devletin muhatabı onlardır.’ Tezini savunmuşlardır.
Bugüne kadar barış adına ne yazık ki her iki tez de pratikte her hangi bir anlam bulamamıştır. Ne PKK koşulsuz silah bırakmıştır ne de devletin adres gösterilen yerlerle kamuoyuna açık bir şekilde muhatap olmaması çözümsüzlüğü bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. O halde farklı bir tez ve yeni bir dili cesurca geliştirmek siyasi liderlerin görevidir. Son günlerde nasıl ki ‘Başbakan Kürt sorununu çözebilir, bu konuda gücü ve kudreti vardır. Buna inancımız da vardır.’ Deniliyorsa ben de diyorum ki, Sayın Demirtaş olsun Sayın Kışanak olsun (birlikte çalıştıkları bütün siyasi ekip) Kürt kamuoyu üzerinde belirgin bir etkileri varlık kazanmış durumda. Bu ekip, daha açık bir ifadeyle BDP, PKK çevrelerinin de kabul göstereceği bir şekilde, ideolojik yaklaşımları bir kenara bırakıp geniş alanlı siyaset yapmalıdır, artık. ‘Şiddetin her türlüsüne karşıyız. Hem devlet hem PKK şiddetine karşıyız’ şeklinde bir tez geliştirildi ki bu tutmadı, bugüne kadar. Legal alanda siyaset yapan Kürt politikacılar enerjilerini PKK’nın muhatap olması için harcayacağına kendileri bu role soyunmalıdır. Yoksa toplumsal enerji ve zaman boşa akmaya devam edecektir. Sorunun çözümü için BDP’nin müzakere sürecinde muhataplarının TSK mensupları olması ne kadar yanlışsa böylesi bir süreçte siyasi iktidarının muhatabı silahlı Kürt hareketidir yaklaşımı da bir o kadar yanlış ve süreci tıkayıcıdır, yaniyaşanan siyasi tıkanıklığın tek boyutlu olmadığı görülmelidir. Zaman da bunu yeterince göstermedi mi? Zaten hali hazırda Türkiye’deki sosyal ve siyasi dinamikler devletin açık bir şekilde silahlı kürt hareketini muhatap almasına uygun da değildir, sürece yansız bakıldığı zaman bu gerçeklik görülecektir. Fakat seçimle iktidara gelen bir hükümet barışa giden yolda iyileştirmeler yapmakla mükelleftir. Tek bir adreste muhatapta diretmek ve bu anlamda inatlaşmak Kürt siyasi hareketinin handikabıdır, bu da hedefi ötelemek demek olup daha çok ölüm ve gözyaşı demektir Türk ve Kürt gençleri için.
O halde müzakere süreci baştan sona kadar Kürtler adına siyaset yapanlarla -gerek parlamentoda olanlar gerek parlamentoda olmayanlar bir araya gelmeli- yapılmalı. Demokrasilerde meşru olan da budur ve devleti yönetenler bu çerçevede Kürtlerle süreci müzakere ederse Türk kamuoyundan herhangi bir tepki de almaz. Aksine yıllardır ‘Bebek katilleri, kalleş teröristler’ gibi suçlamalarla yaftaladıkları PKK’lilerle müzakere yapmayı Türkiye’de hiçbir başbakan yapmadı bugüne kadar öyle anlaşılıyor ki bundan sonra da hiçbir başbakan bunu göze alamayacaktır.
Demirtaş’tan başlayalım politika ile ilgilenen her Kürde kadar siyasal talepler artık aşina ve ortak. Parlamentodaki Kürt siyasi aktörleri sorunun barışçıl yönünde çözümü konusunda gerekli teori ve birikime sahiptirler. Halktan yetki de almışlardır. PKK cenahının dillendirdiği ile onların dillendirdikleri aşağı-yukarı örtüşmektedir. Sorun taleplerin dile getirilmesi ve elde edilecek ulusal ve toplumsal haklar olmalıdır. Müzakere koltuğunda kimin oturacağı önemli olmamalıdır. Önemli olan barışın tesis edilmesi akan kanın durması ve Kürt halkı adına kazanılacak demokratik haklar ve özgürlükler olmalıdır. Başta Abdullah Öcalan’nın ve diğer tutukluların serbest bırakılmasından anadilin bütün kamu alanlarında kullanılması ve kültürel hakların kazanılması gibi bütün toplumsal kazanımların elde edilmesine kadar, bu, Kürt halkının vereceği demokrasi mücadelesiyle mümkün olabilecektir.
Ben şahsen, basında izlediğim kadarıyla Sayın Demirtaş ve ekibinin süreci götürecek kapasiteye sahip olduğunu düşünüyorum. Hukuk alanındaki birikimi, Kürt tarihinin ayrıntılarını iyice bilmesi ve daha önemlisi iktidara karşı yürüttüğü siyasi muhalefet ve hazır cevap yeteneği ile kendisine güven duyulmasına yeterli gerekçelerdir.
Unutulmamalıdır ki siyasi kazanımlar siyasi hamlelerle elde edilir. Bugün siyasi hamleleri yapabilecek potansiyele sahip yeterli sayıda Kürt siyasetçileri mevcuttur. PKK eğer bütün dünyaya bundan böyle silahlarını gömdüğünü ve şiddete son verdiğini ilan edip süreci Kürt siyasetçilerine devrederse büyük bir siyasi hamle de yapmış olacaktır. Başbakan Erdoğan da açık bir ifadeyle böylesi bir süreçte operasyonların yapılmayacağının altını daha önce çizmişti. Böylesi bir hamleyle başbakanın bu yaklaşımı da test edilmiş olacaktır. Şiddetin olmadığı bir süreçte taraflar daha rahat ve daha sağlıklı diyalog kurma imkanı bulacaktır. Nitekim çeşitli zamanlarda Öcalan da silahların miadını doldurduğunu dile getirmişti. Benim kişisel kanaatim o ki, şiddete son vermiş bir PKK’nin hem bölgeye hem Kürt halkına daha fazla faydası olacaktır. Daha önce silahların dönemsel olarak susturulduğu süreçte 22 milletvekili 36’ya çıkarılmış, belediye başkanları da 50’den 100’e yükseltilmişti. Bir siyasi trend yakalanmış vebunlar önemli demokratik kazanımlardı. Bu süreç devam ettirilmeliydi ancak çeşitli sebeplerle olmadı. Bu sebepler ayrıca tartışılabilinir ancak gerçek olan o ki o süreç kesintiye uğradı, cezaevinde seçilen vekiller serbest bırakılmadı seçilen belediye başkanları peyder pey tutuklandı, KCK’ya yapılan operasyonlar kapsamında.
Siyasi müzakere sürecinde başta seçilmiş Kürt milletvekilleri olmak üzere Kürtler adına siyaset yapan bütün aktörlerin yer alması demokrasi ve barış adına hayra alamettir. Böyle bir strateji siyaseten devleti yönetenleri de adım atmaya mecbur edecektir.
Ne dersiniz Kürtler adına siyaset yapanlar, böyle bir adım atmaya!