Bölgemizdeki Elektrik Sorunu, Neden Kesin Bir Çözüme Kavuşamıyor?

DEDAŞ, “Güneydoğu Anadolu” illerinde, herhangi bir arıza durumu yokken de, kasten elektrikleri
sık sık kesince, her yerde sosyal patlamalara neden oldu. Birçok yerde tepkilerle halk, DEDAŞ binalarını taşlıyor, hatta binayı ateşe verecek kadar ileri gidilebiliyor. Halk, hakkını arıyor ve acilen çözüm istiyor.

Kızıltepe’ de de bu denli sert bir tepki verilince, araya Kızıltepe Kaymakamı Erdoğan Turan Ermiş devreye giriyor. Kaymakam Bey, DEDAŞ’ ın, bu Ramazan günlerinde, toplu ceza verircesine, kasıtlı olarak halka bu eziyeti reva gören ve hiçbir elektrik arızası olmadığı halde, halk ile devlet idaresini karşı karşıya getirmek isteyen DEDAŞ yetkililerine, şalteri kaldırtarak elektrik kestirmelerini engelledi. DEDAŞ ise, Kızıltepe’ nin elektriğini (arızalar dışında) kesemeyince; bu sefer de, halkın beyaz eşya ve elektrikle çalışan ev aletlerini bozmak için, “elektrik dalgalandırmalarıyla” bir başka şekilde ve yine toplu halde halkı cezalandırma yoluna gitmektedir.

DEDAŞ’ ın, halka toplu ceza kesmesi bir "paralel yapı" oyunu olabilir mi acaba? Barış sürecine olumsuz bir müdahale anlamında, özellikle BDP’ nin seçim kazandığı illerde bu zulmü yapıyor. Çok manidar değil midir? DEDAŞ, kime/kimlere güveniyor da, bütün halkı karşısına alabiliyor; adeta halka meydan okuyor ve Kürt halkının, toplu direnişlere geçmesine davetiye çıkarıyor. Bunu da başarıyor doğrusu. Bölgede meydana gelen elektrikle ilgili tüm gösteri ve tepkilerin tek sorumlusu, DEDAŞ’ ın bu kasti ve keyfi uygulamalarıdır.

Tüm trafolar çok eskidir ve kapasiteleri yetersiz kalıyor; çünkü şehirler gelişiyor, nüfus yoğunlaşıyor. Ancak, hala aynı trafolarla iş kotarılmak isteniyor; ne yenileniyor, ne de takviye olarak yenileri ekleniyor. DEDAŞ masraftan kaçıyor; yatırım yapmadan bol gelir bekliyor. Altyapıyı yenileyemiyorsa, DEDAŞ, neden ihaleyi alıyor; bir hizmet değil de, rant kapısı olarak mı gördü bu kapıyı? Eğer altyapı kendisine ait değilse, neden altyapı eksikliğine rağmen ihaleyi kabul etmiştir. DEDAŞ, bu elektrik sorununda hiçbir bahane ileri süremez.
 
Peki hükümet de bunları görmüyor mu? Halkın sosyal tepkisini duymuyor mu? Neden bu oyuna dur demiyor; bu da ayrıca manidar görülüyor. Hükümet, neden elektrik işini DEDAŞ’ a vermiştir? Aylardır, çiftçilerimiz kan ağlıyor; halk isyan ediyor bu DEDAŞ yüzünden. Onun ne özelliği var veya onu koruyan (suç ortağı) tepedeki dayısı kimdir? Hükümet de, en azından DEDAŞ kadar sorumludur bu elektrik krizinden.

Ya da şöyle bir soruyu sorayım; bu memleket kimin?
Yoksa bu memleket sahipsiz midir? Eğer boşluk varsa; doğa kanunu boşluk kabul etmez. Oluşan her boşluğu dolduracak bir kütle mutlaka olacaktır.
 
Öncelikle, beyaz eşyaları zarar gören herkes, DEDAŞ aleyhine dava açmak için tüketici derneklerine müracaat etmelidir. Evde, elektrikten dolayı bozulmuş ne kadar ev aleti ve beyaz eşya varsa hepsi dava konusu yapılsın. Halk, kendisine toplu ceza kesenlere topyekun bir ceza vermelidir. Elbette ki, çözüm gerçekleştirmek adına, halkımız, tüm yönleriyle demokratik haklarını ve sosyal tepkilerini göstermeyi de sürdürebilirler, sürdürülmelidir..

Kimi siyasi müsveddeler de, halkın bu yöndeki umudunu GAP’a havale ediyormuş! Güya kanaletler gelecek de, çiftçilerin tarlalarını sulamak için kuyularda kullandıkları elektrik ihtiyacı ortadan kalkacak ve şehir elektrikleri rahatlayacakmış. Ne dahi siyasetçilerimiz varmış ama!.. Neden bu milletvekilleri, altyapı yenilenmesi adına daha önce ilçeler için gelen yeni trafoları, el altından çiftçilere satıp, onların eski trafolarını da, ilçedeki kendi hurdalıklarına taşıdıklarını takip etmiyorlar? Neden bu milletvekilleri, kışın ortasındaki sağanak yağmurlarda bile sprinklerini kapatmayan çiftçilere (rüşvet nedeniyle) göz yumanlara, göz yumuyorlar? vs. vs… Neden milletvekillerimiz, halkın sorunlarına bigânedirler acaba; yoksa onlar da mı rüşvet çarkı içindedirler?!

Kürt halkı, yarım asırdır GAP hayaliyle uyutuldu; şimdi de bir çeyrek asır daha kanalet hayaliyle uyutulmak istemiyor. İşin iç yüzü ise bambaşkadır elbette.

Kürt halkı, demokratik direnişlerle, sosyal tepkiler koymakla, sadece çektiği cezayı biraz hafifletebilir; geçici olarak kimi iyileştirmeler sağlatabilir, o kadar. Bunlarla, elektrik sorunlarına köklü bir çözüm gelmeyecektir.
 
Bölgemizdeki Elektrik Sorununun altındaki asıl gerçek başkadır.
Elektrik sorunumuz, köklü bir çözüm bulamaz. DEDAŞ Müdürü söz veriyor, çözülmüyor; bölge milletvekilleri söz veriyor, çözülmüyor; ilgili bakanlar gelip burada, halkımızın gözlerinin içine bakarak söz veriyor,  yine çözülmesi mümkün olamıyor, neden?

Çünkü bölgemizde uygulanan elektrik sorunu, sadece fahiş kar güden bir vahşi kapitalizm zihniyeti ile tek değil, aynı zamanda bir sömürgeci zihniyeti politikası uygulamasının da sonucudur. Onun için, çözümü kesinlikle mümkün olamıyor. Bölgemizin sanayi hammaddeleri, nasıl talan ediliyorsa, ham petrolümüz, nasıl ki buradan alınıp, batıda ayrıştırılıyorsa; bizim nehirlerimizin üzerinde kurulan Hidroelektrik santralleriyle üretilen elektrik de batıdaki sanayiye peşkeş çekiliyor ve bölgemiz bilinçli olarak ihmal edilip geri bıraktırılıyor. Bu sömürgeci vesayet zihniyeti, ne yazık ki bu alanda hala sürüyor.  Türkiye’nin batı illerinde, metropollerde, eğer bir saatlik elektrik gidecekse, onlara bir hafta öncesinden, tüm TV ve radyo kanallarından anons ediliyor; o saat için tedbirlerini alsınlar, diye. Oysa bizde, elektrik keyfi olarak gidiyor ve hangi saatte geleceğini bile, kimse lütfedip bize bildirmiyor. İşte buna müstemleke mantığı denir. Bize uygulanan hala çağdışı bir sömürgeciliktir.

Elektrik kesintilerimize neden olarak da, kaçak elektrik bahane edilmiyor mu; işte bu bile, halkımıza büyük bir hakarettir. Neden?

Kürt aydınları, “Doğu ve Güneydoğu”’daki (ve İç Anadolu Bölgesinde gösterilen Sivas ve Akdeniz Bölgesinde gösterilen K. Maraş’ ı da dahil olarak), yani Kürt coğrafyasındaki Kürt nüfusunu 20 milyondan fazladır demelerine karşılık,  en değme sözüm ona, demokrat, solcu, dinci, komünist tüm Türk aydınları(!), hep bir ağızdan, bu rakamı aşağıya çekmeye çalışırlar; yok, Kürtlerin nüfusu 14 milyondur, yok 8 milyondur, diye Kürt karşıtlığında birbirleriyle yarışırlar.

Peki arkadaşlar, sadece İstanbul’un nüfusu 14 milyondan fazladır.
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) verilerine göre; 2011 yılının ilk altı ayında tek başına İstanbul’un tükettiği elektrik 17.681.824 KWh iken;
Kürt coğrafyasındaki 25 ilin toplamının tükettiği elektrik ise 18.793.468.KWh.tır. Eşittir neredeyse.
Mardin’in tükettiği elektrik toplamı da: 1.764.368.KWh. tır. Hepsi kaçak olsa ne olur ki; İstanbul’un %10u kaçak sayılsa Mardin’in toplamını geçer. Kaldı ki İstanbul’un kaçak oranını %18 olarak gösteriliyor ki, bu Mardin toplamının 2 katı yapar.  Bence, İstanbul’ un kaçak oranı daha fazladır.

Yani bu “kaçak elektrik” gerekçesi sadece bir bahaneden ibarettir. Keban Barajı kurulduğunda, Türkiye’de üretilen elektriğin %20’ sini tek başına karşılıyordu ve ilk sene kendisini amorti ettiği söyleniyordu. Buna rağmen kendi halkımıza geri dönüşümü kocaman bir kazıktan ibaret olmuştur. 1980’ler sonrası Keban İlçesi Belediye Başkanı’nı bir özel TV’de izledim. Keban Barajının gelirinden bir kuruş bile ilçeye verilmezken, gelirini de, sanki Keban İlçesi geliriymiş gibi gösterilerek, bu ilçe, kalkınma öncelikli hiçbir krediden yararlandırılmıyordu. Çünkü GSMH’de kişi başına düşen gelirde, Keban, en zengin ilçe durumuna yükseltilmişti. Oysa Belediye Başkanı, çöp toplamak için bir traktörümüz bile yok, diyordu ve Belediye çalışanlarının maaşlarını ödeyemediği için, teşvik olsun diye, o da, işçileriyle birlikte el arabalarıyla çöp topluyordu.

Türkiye’nin en büyük 3 Hidroelektrik Santralı Fırat Nehrimizin üzerindedir. Keban, Atatürk ve Karakaya Barajlarını ortadan kaldırsanız, tüm Türkiye karanlıkta kalır ve sanayisi durur. Oysa kendi sularımızın üzerindeki bu barajlarımıza rağmen, sadece bölgemizin elektrikleri kesiliyor, sadece bölgemiz karanlıkta kalıyor.

GAP hikâyesi uyutmasıyla on yıllarca bu barajlarımızdan topraklarımıza su da verilmedi. Bu yüzden bölgemiz geri bıraktırıldı, tarımımız modernleşemedi. Bu bir derin devlet politikasıydı. Çiftçilerimiz kendi imkânlarıyla derin su kuyularını açarak modern tarıma geçme mücadelesini vermeye başladılar. Devletten elektrik desteği verilmesi gerekirken, fahiş tutarda elektrik faturaları veya cezalarıyla onların gelişimi frenlenmeye başlandı. Devlet, bölge barajlarından, bölge çiftçisine su vermeyerek işlediği insanlık suçunun cezasını, bölge barajlarının elektriği üzerinden bölge halkına fatura ediliyordu.

Kısaca, devlet, bölgedeki barajların üzerindeki Hidroelektrik Santrallarından öncelikli olarak bölgenin elektrik ihtiyacını en ucuzundan karşılamalıydı ve bu barajlardan bölgenin verimli topraklarını çok cüz’i bir bedelle sulamayı öngörmeliydi.  Bunu yapmadı. Yapmak istemedi.

Oysa bölge, kendi başına bırakılırsa; tarımıyla, sanayisiyle kendi kendini fazlasıyla besleyebilecek ve kalkındırabilecek yerüstü ve yeraltı zenginlik kaynaklarına da ve yetişkin insan potansiyeline de sahiptir.
Yurtsever aydınlarımız, bu konuyu ve halkımızın tüm sorunlarını dile getirmek için seslerini yükseltmelidir.
Ağlamayan bebeye mama vermiyorlar. Hak verilmez; alınır!.

Selam ve sevgiyle kalın.

M.Nazım Güler - 14.07.2014
İ
[email protected]

YORUM EKLE