Bir Mektup Üç Satır Yazı

 
Sevgili hocam yazar-çevirmen-dilbilimci Mustafa Aydoğan geçen 2010 yılında babasının Ölüm yıldönümüyle ilgili okuyanı derinden etkileyen, sarsıcı Kürtçe bir yazı kaleme almıştı. Cemal Süreya’nın “Sizin hiç babanız öldü mü?” ile başlayan muhteşem şiirini okumuşsunuzdur, Mustafa Aydoğan’ın zengin imgeleri, anlatım gücü ve lirik dili Cemal Süreya ile bir düeti andırmıştı bana…
 
Baba ile oğul arasına üstelik başka bir dille girmek ne denli doğrudur bilemiyorum ama Sayın Mustafa Aydoğan`ın kaleminden çıkan bu yazı artık özel mülkiyet sınırlarına girmediği için buna o geniş anlayışıyla yaklaşacağını düşünüyorum diye bir not eklemiştim mektubunu yorumlamadan... Aşağıda okuyacağınız yazı ile birlikte size Mustafa Aydoğan’ın kendi kaleminden yazdığı yazının Kürtçe halinin olduğu adresi de vermek istiyorum… www.kurdigeh.com
Nivîs: Nameya ji Xemistanê.
                                                             *                *              *
Yazıyı okurken dilime dolandı…
 
"Toprağa düşen beden, bir zamanlar yaşadığı hüznüyle ve gülüşüyle karışıyorsa toprağa, acaba o gülüş ve hüzün bir gülün yaratımındaki malzemede yerini bulmaz mı?"
 
Acının ve ayazın diyarından babaya gönderilen bir mektuptur kaleme alınan...
Egemenin, yasakladığı için utanç duyacağı bir dilden yazılmış.
Hüznün kuyusuna gönderilen kovanın getirdiğidir.
Miladı bir nisan ayıdır.
Nisan ki, bıyıkları yeni terlemiş bir gencin, sevdiğine aklını tahliye ettiği.
O nisan da gündüz, yitip gidenin acısıyla kıvrananın yaşadığı zamansız geceye musallat olmuş karanlık örtüyü kaldırmaya mecalsizdir.
O nisan ki, kuşun gökyüzünde uçmaya gönülsüzlüğü, gülün dargınlığıdır.
Ağacın ölü tomurcuk doğurduğu gebeliğidir.
Kimsenin ne firar edebildiği ne beraat ettiği bir zindandır.
Görünen kâbustur, canavarla girişilen cenktir.
Canavar ki, uykusunu talan ettiği kişiyi yutmaya yeminli.
Acının tıkattığı soluk borusunda, birazcık nefes almak için kaçak bir kanal açmaktır yazılan bu mektup!
Kurt dadanırken sürüye, “çobanın geceleri tuttuğu kayan yıldız çetelesini” kurtarmaktır talandan!
Dünyanın hüznü tartılırken, gizlice darasını düşürmektir terazide…
İrini içinde kangrenleşmiş yaranın ağzını neşterle kesip açmaktır, dile gelirse hafifletir yükünü diye…
Kabuğundan merhem yaratan bir aktarcının yarasıyla sohbetidir.
Babanın yalnızca dinlediği!
Babaya okunmamış bir şiirin hayıflanışıdır...
Evladını kaybeden babanın, gidenin arkasından tüm sesini dökmesidir ki, telleri ezgisini kaldıramadığı için kopmuş bir enstrümandır miras kalan.
Sesini ölen oğlunun mezarına gömen babayadır bu mektup, geriye kalanlar için sus, giden için çenesi düşük bir yol ahbabıdır...
Konuşmayı kendisine haram kılan tek dini inanışı temsil eden babanın mektubudur.
Ve babanın gençken mırıldandığı ezgi, kulakta naftalinlenmiştir.
Silinmemesi gereken pastır o!
Akıttığı gözyaşıdır babanın, yüksek tuz oranının yanakta asitten nehirler oyduğu.
Patlaması için ayarladığı zamanı unutan bir militanın üzerindeki bombadır bu mektup!
Övünmenin ancak soğuk toprağa mahsus olduğu bir mevsimdir ki, kopararak aldığı yiğit oğullar ve güzel kızlar buna delildir!
Evladını gömen babaya eşlik eden insanların yardım ve yataklıktan suçlandığı bir garip yasanın dramıdır bu mektup! Suçları tespit edilmiş faillerin "Kürt ve Seydo`nun arkadaşları olmaları" delillerle ispatlandığından sözün çokta uzatılmadığı tek celselik hükümdür.
Felek denilen hain pusuya düşenin orada yaşama dalmasıdır.
Ateşin kül halidir, külün yaratacağı destansı kuşu beklerken geçen asrın sabrıdır.
Gerdanlığına örülen telkariden işlemedir!
Bir insanın kaç defa ölebileceğinin sorusudur ki ecel bakiyesine göre limitinin çoktan dolduğu!
Ölen oğlunun ismini taşıyan çocuklara seslenmek isteyen babaya, telinin koptuğunu hatırlatan enstrümanın boğazı tahriş eden hırıltısıdır!
Bir perşembe günü kara bir haberi getiren bir telefonun sağladığı iletişimin aynı zamanda iletişimi kopartabilen paradoksudur.
Bir göçün serüvenidir, arkada yakılanın çıkardığı kara dumanın, ilk defa köyün evlerinden ve ağaçlarından çıkmadığı!
Uçakların bombaladığı yuvasını kaybeden esmer karıncanın adını eklemektir köye dönüş listelerine.
Uzun yıllar yaşadığı sürgünden sonra memleketine dönen bir yazarın, mezarlıkta daha çok tanıdık görmesidir, çarşıda kendisine yabancı insan kalabalığında...
Yazıldığı esnada genç bir delikanlı kaza sonucu ölürken, kâğıdın bulandığı kızıllıktır.
Yazdığı mektupta babasına çocuğu tembihlemesidir!
Her Kürt çocuk gibi kendisine bir yetişkinmiş gibi davranan babasına, o gün ve bugün bile hala çocuk olduğunu ihbar eden bir çocuğun yüzünde iğreti duran hormon destekli adamlığı soyup çıkarmasıdır!
Ve söz babasına annesinden bahsetmeye geldiğinde, bunca yazılanın söz olduğunu ortaya çıkaran "köz" dile gelir...
"Unutulmaz babaların öldüğü.
Annelerin ise onlarla gömüldüğü..."
Cemal Süreyya
 
 
Son not:
 
“Sorun”
Biz de kaldık hayli bir zaman içeride
Biz, yani dışarıdakiler, özgür olanlar…
Hani şu tırnak içinden bir türlü çıkamayanlar….


YORUM EKLE