BARIŞ ELÇİLERİ

Barış kelimesi kulağa ne kadar da hoş geliyor. Barış sözcüğünü duymak bile kişiye güven, emniyet, huzur ve mutluluk veriyor. Barışı kim istemez? diye bir soru sorulsa eminim bu suale hiç kimse “Ben ” demez. Zaten ekmek, su ve hava kadar gerekli olan barışı istemeyen ve sevmeyen hiçbir kişi, toplum, millet ve devlet yoktur.  Çünkü herkes barışçıdır!  

Hiç kimse ve hiçbir toplum, millet ve devlet “savaş istiyoruz” demez. Zira böyle bir şey denilmez ve denilemez. Çünkü  “barış hayattır” ama savaş; acı, korku, endişe, güvensizlik, gözyaşı kan ve ölümdür demektir.

Savaş; sömürü, yıkım, talan, soykırım, kayıp, kavga, karmaşa, kargaşa, şiddettir.

Savaş; yaşadığı topraklardan zorla kopartılıp bambaşka coğrafyalarda yeniden hayata tutunmak için mülteci olup plastik şişme botlarla ölüme demir atmaktır.

Savaş; işsizlik, açlık, susuzluk, sefalet, yoksulluk ve hastalıktır. Vesaire…

Savaşı sadece kişiler değil, toplumlar, milletler, devletler, din ve devlet adamları, bilim ve film adamları velhasıl hiç kimse istemiyor ve her fırsatta savaşa karşı olduklarını söyleyip savaş karşıtlığında birleşiyorlar. Çünkü hiç kimse savaşı insani, vicdani ve ahlaki bulmuyor. Ne güzel!

Mademki hiç kimse savaşı hiç istemiyor ve herkes barışı çok istiyor; ayrıca dinler, gelenekler ve kültürler de devamlı savaşın kötülüğünden barışın iyiliğinden dem vuruyorlar. o zaman bu savaşlar neden çıkıyor? Belki de soruyu şöyle sormam gerekiyor. Bu savaş(lar)ı kim veya kimler istiyor ve çıkarıyor?

Sizi yormayacağım ve lafı fazla uzatıp dolandırmayacağım. Savaş(lar)ı daha çok; yeni ve ucuz hammadde, maden ve enerji kaynaklarına ulaşmak, daha ucuz emek gücü ve daha geniş yatırım alanları ve yeni pazarlar bulmak, kârını ve sermayesini katlamak isteyenler istiyor. Savaşı; silah tüccarları, uyuşturucu baronları, insan kaçakçıları, organ mafyası, insan, hayvan ve doğa düşmanı insan müsveddeleri istiyor. Savaşı; başka insanlara, topluluklara, milletlere ve başka devletlere hâkimiyet kurmak, egemen olmak niyetindeki gözleri kararmış, vicdanı kurumuş, yüreği donmuş ve ruhu ölmüş her insan, grup, millet,  devlet ve devlet yöneticileri istiyor ve çıkarıyorlar.

Jean-Paul Sartre’de bu konuda ‘’Savaşı zenginler çıkarır, fakirler ölür.” diyor. Doğru söylüyor. Çünkü savaşın temel ilkesi zenginlerin çıkar ve menfaatidir. Fakirlerin yani halkın ölüme gitmesi ve savaşması için de savaşa inanması, inandırılması ve savaşın meşrulaştırılması gerekir. Bunun için tarihin her döneminde farklılaşmakla birlikte genel olarak savaşı çıkarmak isteyenler öncelikle din, mezhep, vatan, millet, toprak ve namus veya demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi toplumda oluş(turul)muş dini, milli ve ahlaki değerleri ve kavramları araç olarak kullanırlar. Daha sonra da bu değerler ve kavramlar uğrunda savaşmayı, yaralanmayı, ölmeyi, öldürülmeyi ve öldürmeyi meşrulaştırır ve kutsallaştırırlar. Böylece savaşın ardındaki gerçek niyetlerini herkesten gizlerler. (Meşru savunma savaşları hariçtir.)

Savaşların bedelini her zaman en ağır bir şekilde ödeyen köylü, işçi, esnaf, zanaatkâr ve sanatkârlar başta olmak üzere bütün stk’lılar, sendikalar, akademisyenler, hükümetler; din, ilim, bilim, filim ve devlet adamları kısacası herkes yaşanılabilir bir dünya için savaş(lar)a karşı birleşmelidir.

Barış ve barış dolu bir dünya inşası için mücadele edilmeli, barış umudunu diri tutmalı, barışı yüksek sesle istemeli, ısrarla desteklemeli ve her türlü fedakârlıkta bulunulmalıdır.

Allâh’ın güzel isimlerinden biri olan “selâm” BARIŞ anlamına gelir. Yüce Allâh, Kur’an-ı Kerîm’de bütün inananları kesin bir dille barışa çağırmaktadır. (Bakara, 2/208) İslam bir barış projesidir, Müslümanlar ise birer barış elçileridir.

Savaşların ve şiddetin sona erdiği, huzur, güven, refah, adalet, eşitlik, barış ve esenliğin egemen olduğu bir Müslüman ülkesinde, Ortadoğu coğrafyasında ve dünyada yaşama dileğiyle…

Dünya Barış GÜNÜNÜZ kutlu olsun!!!

YORUM EKLE