Aslan Kuyruğuyla Oynamaz

16 Şubat 2021 tarihinde yazılı medya kanallarına Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun evinde ölü bulunduğuna dair haberler düşmeye başladı. İlk önce inanamadık. Günlük hayatımızda sürekli karşılaşıp selamlaştığımız birisi gibiydi. Sosyal medya hesaplarından kısa videolarını izliyor, bilgileniyorduk. Sakin tavrı, hoşgörülü ve ön koşulsuz insan sevgisi ile Türkiye’de gönüllere taht kurmuştu. Basılan tüm kitaplarını okudum. Kendisine has üslubu, anlatım biçimindeki sadelik her kuşaktan insanın rahatça okuyup anlayabileceği türdendi. Uzun yıllar Amerika’da yaşayıp yurda dönen, kendi insanına hizmet etmek için mücadele eden bir savaşçıydı. Yaşarken tanışma olanağım olmadı ancak, tüm etkinliklerini kaçırmadığım için kendimi hep şanslı hissettim. Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu öldüğünde, Türkiye; iyi bir öğretmenini, iyi bir bilim insanını ve iyi bir vatandaşını kaybetti.

Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun hayatını incelediğimde, acıların peşini bırakmadığını, 11 kardeşli bir ailede yetiştiğini, küçük yaşlarda yetim kaldığını, annesinin ölümünden çok fazla etkilendiğini görüyoruz. Anne ve çocuk sevgisini her zaman dile getirmesi ve teorik bilgiyi günlük dilde anlatması, örneklendirmesi, çocuk haklarına değinmesi, toplumuzda farkındalık yaratması açısından önemliydi.

Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun eğitim hayatını incelediğimizde önemli bir şahsiyet olan Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın öğrencisi olduğunu görüyoruz. Mümtaz Turhan, Almanya’da eğitim hayatını sürdürmüş, daha sonra yurda dönmüş, deneysel psikoloji ve sosyal psikoloji alanında önemli eserler vermiştir. Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın yetiştirdiği çok önemli öğrencileri vardır. Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, Prof. Dr. Erol Güngör ve Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar en çok bilinenler arasındadır. Bir hocanın değerli bilim insanı olmasının yanında, başarılı öğrenciler yetiştirmesi de önemlidir. Kısacası, Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nu, Prof. Dr. Erol Güngör’ü, Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar’ı yetiştirmek için Prof. Dr. Mümtaz Turhan olmak gerekir. Mümtaz hocanın değerli bir bilim insanı ve değerli bir mentör olduğu şüphesizdir. Bilimin, sanatın devam etmesi için öğrencinin hocayı geçmesi gerekir. Bu durumu tanımlamak için Türk kültüründe “Boynuz kulağı geçmeli.” Japon kültüründe ise: “Çırak ustayı geçemezse, zanaat ölür.” ifadesi kullanılmaktadır.

Son yıllarda bazı üniversitelerde alttan öğrenci yetişmediğini, alanda temayüz etmiş hocaların, asistan alarak yeterli düzeyde öğrenci yetiştirmediğini, hatta doktora açamaz duruma geldiklerini görüyoruz. Bu durumun en önemli nedenlerinden birisi “Akademik Kıskançlık” olarak ifade edilen durumdur. Öğrencilerin kendilerini geçecekleri korkusu, haset ve çekememezlik, pek çok akademik kurumu kapalı örgüt haline getirmiştir. Dışarıdan girdi alıp dışarıya çıktı vermedikleri için yaşamlarını sürdürmeleri imkânsız hale dönüşmektedir. Bu tür ana bilim dalları daha sonra devşirme yoluyla eleman almakta ve yol olmaktan kurtulmaya çalışmaktadırlar. Kültürlerine uygun eleman yetiştiremedikleri için güçlü bir örgüt kültürünün oluşumu, dönüşümü ve transferi de gerçekleşmemektedir. Bir öğretim üyesinin akademik değeri yaptığı araştırmalar, yazdığı kitap ve makaleler, yetiştirdiği öğrenciler, aldığı atıflar ve projeleridir. Diğer tarafı laf-ı güzaftır.

Son yıllarda Prof. Dr. Mümtaz Turhan hoca gibi hocaları pek fazla göremiyoruz. Bu durumun birden çok nedeni vardır. Bu nedenlerin başında liyakatsiz ve yetersiz kişilerin, belirli akademik kadroları işgal etmeleri, arkalarında etnik, siyasi ya da dini simge ve sembollerin olmasıdır. Bilim insanlığı, bilginin yanında entelektüel sermayeyi ve güçlü bir kişiliği gerektirir. Öğrencisi hakkında dedikodu yapan, asistanına iftira atan, danışmanı olduğu öğrencinin izzeti nefsi ile oynayan hocanın öğrencilerinden Prof. Dr. Erol Güngör, Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar, Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu çıkmaz. Çıksa çıksa dedikodu yapan, slayt okuyan, bildiği yanıldığına yetmeyen sünepe bir güruh yetişir. Hoca öğrencisi, öğrenci de hocası hakkında olumsuz konuştuğunda, mobbing oluşmaktadır. Üniversiteler de en çok meydana gelen mobbing türü, yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya mobbing türüdür. Tekrar ifade ediyorum, Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nu yetiştirmek için Prof. Dr. Mümtaz Turhan olmak gerekir.

Hayvanlar alemini inceleyin. Olduğu yerde daire çizip kuyruğunu ısırmaya çalışan hayvanlar arasında en önde gideni köpek ve tilkidir. Kendi kuyruğunu ısırmaya çalışan bu zavallı hayvanlar, fasit bir daire etrafında döner dururlar. Öğrencisinin istikbalini yok etmeye çalışan, asistanının kadrosuna engel olan, girdiği dersleri elinden almaya çalışan hocanın, kuyruğuyla oynayan köpekten ne farkı vardır? Aslan kuyruğuyla oynamaz. Bu yüzden aslandır. Eğer yönetici ya da hoca lider değilse, astlarıyla oynamaya başlar. Astlarıyla oynayan kişi, önce kendisi tükenir sonra da çevresindekileri bir bir tüketmeye başlar.

Lider olduğunu iddia eden kişi, çocuk ego durumunda ise bu yaşanan olumsuz olaylar normaldir. Çünkü kişilikli, karakter sahibi bir kişi, muhtemelen ya yetişkin ego durumunda ya da ebeveyn ego durumunda davranışlar sergiler. Kuyruğuyla oynayan sözde liderler, elinden oyuncağı alınan ya da şeker yemesine müsaade edilmeyen çocuklar gibi davranırlar. Agresif, kindar, ikiyüzlü ve kıskançtırlar. Kendilerinden başka eser yayınlayan kişileri küçültmeye, değersizleştirmeye, onların mesleki itibarları ile oynamaya başlarlar. Aslında bu süreçte sosyal destek aldıklarını sanırlar. Oysa, o dedikodu yaparken onu dinleyip onaylayan kişiler, içlerinden onun ne kadar şahsiyetsiz olduğu temasını geçirirler.

Liderliğin hem sanatsal hem de bilimsel yönü ağır basar. Öfkeyi kontrol edebilmek, kıskançlığı, haseti yenebilmek, nefsini dizginleyebilmek bireyleri yığın olmaktan çıkarıp insan yapar. Doğru elemanı seçmek, doğru öğrenciyi seçmek, ona ön koşulsuz destek olmak her bireyin en önemli vatandaşlık görevidir. Türkiye’de öğrencisini eleştiren, zayıf, bilgisiz diye horlayan pek çok kişi gördüm. Amerika’da kaldığım dönem içerisinde hocalara: “Öğrencin kim? diye sormuyorlar. Öğrencilere hocan kim?” diye soruyorlar.

Meşhur Türk Atasözü: “Meyve veren ağacı taşlanır.” şeklindedir. Eskiden meyve veren ağaç taşlanırmış, şimdi taşlamıyorlar, kökünden kesmeye kalkışıyorlar. Mağdur, mağduriyetini anlattığında, bu atasözünün hatırlatılması ne hazin bir durumdur. Oysa çalışanı teşvik etmek, motive etmek ve önünü açıp daha çok üretmesini sağlamak, doğru bir davranış olur.

Bilginin başat değer olduğu örgütlerin en önemli özelliği, güçlü örgüt kültürüdür. Güçlü örgüt kültürünün olduğu örgütlerde bilgisizlik ve çapsızlık yadırganırken, sorunlu örgütlerde üretmek ve çok çalışmak yadırganır. Güçlü örgüt kültüründe etik değerler ön plana çıkarken, sorunlu örgütlerde: “Devletin malı deniz, yemeyen domuz. Bal tutan parmak yalar. Bu devleti sen mi kurtaracaksın?” gibi bazen atasözü olmuş bazen de kimin söylediğinin belli olmadığı etik dışı söylemler yaşam alanı bulur. Sorunlu örgütlerde mobbing, adam kayırma, rüşvet ve torpil yükselen değer haline dönüşür.

Sonuç olarak hiçbir davranış boşlukta oluşmaz. Bir öncesi, yaşanılan anı ve sonrası, bir de onu oluşturan habitatı vardır. Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu gibi insan sevgisi ile dolu bir bilim insanını yetiştiren sosyal ortamları çoğaltmak gerekir. Prof. Dr. Mümtaz Turhan gibi lider eğitimcileri yetiştirmek, onlara fırsatlar sunmak geleceğimiz açısından son derece önemlidir. Lider bilim insanları, kendileri gibi lider insanlar yetiştirir. Liderler, kişilerle değil işleriyle meşgul olurlar. Referansları siyasi parti kartvizitleri değil, uluslararası indexlerde taranan dergilerde yayımlanmış makaleleri ve telif eserleridir. Türklerin toplum olarak yaşadığı sorunların başında sözlü edebiyat gelir. Sözlü edebiyatı yazılı edebiyata dönüştürüp kalıcı hale getirmediğinizde, iki üç kuşak sonra üretilen bilgiler, değerler yok olur. Bu algı, üniversiteye de sirayet etmiş, konuşan ama yazmayan, konuşan ama konuştuklarını yayımlamayan bir güruh yetişmiştir. Bu sözlü kültür erbabı olan kişiler sadece konuşmaktadır. Söz uçar yazı kalır. Yazmak zor zanaattır. Sözü inkâr edebilirsiniz ama yazıyı inkâr etmek zordur. Yazarken iddialarınızı güçlendirecek bilimsel çalışmalara, kanıtlara ihtiyaç vardır. Konuşurken “Bol Kepçe Lokantasından” iman kuvvetiyle savurursunuz. Bu durum ne bilimi, ne edebiyatı ne de sanatı geliştirir. Sanıyorum Türkiye’nin içinde bulunduğu patoloji de budur.

YORUM EKLE