Sempozyuma, Türkiye’nin farklı üniversitelerinin yanı sıra, Irak Kürdistan’ı, ABD, Fransa, Hollanda, Almanya, Bulgaristan gibi pek çok ülkelerden akademisyen, siyasetçi, araştırmacı, kamu ve sivil toplum kuruluş temsilcileri katılmışlardır. Sempozyumda 30 tebliğ sunumunun yanı sıra 4 konferans ve bir panel faaliyeti de gerçekleştirilmiştir. Üç ayrı sunum şekliyle programın içeriği zenginleştirilmiş ve ele alınan konular detaylı bir şekilde irdelenmiştir. Sempozyum iki gün boyunca devam etmiş ve her iki gün de salonlar izleyiciler tarafından takip edilmiştir. Diyarbakır’da sıklıkla gerçekleştirilen bu tarz faaliyetlere rağmen teveccühün bu kadar yoğun olması; Nûbihar Dergisi, Nûbihar Derneği ve bu bünyede yer alan insanların yaklaşım biçimlerinin kıymetlendirilmiş olduğunun kanıtı olarak görmek mümkündür.
Din, dil, iktidar, tarih, kültür, siyaset ilişkileri ve bu ilişkiler ağında kimlik oluşumunun akademik düzeyde tartışılmasını hedefleyen sempozyum; bu çerçevede konunun farklı vecheleriyle tartışılmasını sağlamış ve zengin bir perspektif ortaya koymuştur. Yaklaşık iki yüz yıldır tartışılan ve son otuz yıldır çatışmalar çerçevesinde varlığını devam ettiren "Kürt sorununa" farklı açılardan çözüm perspektifleri sunulmuş ve bu bağlamda Üstad Bediüzzaman Said-i Kürdi'nin geliştirdiği reçete bağlamında da konu yeniden değerlendirilmiştir.
Sempozyum boyunca gerçekleştirilen sunumlar sonucunda, aşağıdaki düşüncelere ve sonuçlara ulaşılmıştır:
-Tabiattaki farklılık ne kadar fıtri ise, dillerin farklılığı da o kadar fıtridir. Fıtri olanı inkar veya tebdil, ilahi olanı da inkar ve tebdil anlamındadır. Dolayısıyla tabiatın tahrip olmaması için fıtratın korunması ne kadar önemli ise dillerin korunması da o kadar önemli olduğuna işaret edilmiştir.
- Farklı dilleri tanımanın ve geleceğe taşımanın adil yolları önerilmiş; çoğunluk ulusun kendi dilini ve kültürünü ayakta tuttuğu tüm desteklerin ve fırsatların diğer ulusal gruplara da verilmesinin gerekliliği vurgulanmıştır.
- Dinin bireysel ve kollektif kimlik oluşumlarındaki derin rolüne vurgu yapılmış; din, dil kavramlarının toplumsal ve siyasal kimlik açısından temel bileşenler olduğuna dikkat çekilmiştir. Kimliği oluşturan bu iki temel öğenin biri diğerini tamamladığı sonucuna varılmış, birey veya toplumun dil ve din arasından birisini tercihe mecbur etmenin doğru olamayacağı tesbit edilmiştir.
- Müslüman toplumlarda dile ve dine dayalı kimlik oluşumlarının vazgeçilmez bir değer olduğu ifade edilmiş, farklı inanç ve dünya görüşüne mensup birey ve toplulukların da temel insan hakları çerçevesinde inanç ve kültürlerini yaşamının hukuki güvenceye kavuşturulmasının bir zorunluluk olduğu belirlenmiştir.
- Kürt sorunu etrafında beliren problemlerin başlatılan diyalog süreciyle çözümünün sürdürülmesi önerilmiş; şiddet dışı çözüm arayışlarının süreç sekteye uğratılmadan daha barışçıl hale getirilmesi ve taraflar arası tüm siyasal sorunların diyalog ve müzakere yoluyla ele alınmasının gerekliliği önemle dile getirilmiştir.
- Dinlerin ve Dillerin, vahyi, varoluşsal ve felsefi anlamlarının önemine değinilmiş; özüne uygun yorumuyla İslam dininin konunun varoluşsal hakikatine dair yaklaşımlarının adalet ve eşitlik ekseninde olduğu ortak kabule mazhar olmuştur. Tarih boyunca dinlerin, egemenlerin emrinde siyasal bir araç olarak kullanılmış olmasının neticesinde, dinin özünden uzaklaşılmış olduğuna dikkatler çekilmiş ve dinin diriltici nefhasına ulaşılmak isteniyorsa Kur’an hakikatleri ve peygamber pratiğinin esas alınması gerektiği vurgulanmıştır.
- Cumhuriyet Türkiye’sinde yüzyıla yakındır süren toplumsal çatışmaların temelinde Kürtler başta olmak üzere diğer ulusal ve dini grupların kimliklerine yönelik asimilasyon ve imha politikalarının yer aldığı dile getirilmiş ve bu yaklaşımların çatışma ve ayrışmayı derinleştirdiğine dikkatler çekilmiştir.
Genelde İslam düşünürlerinin özelde Bediüzzaman’ın kimlik başta olmak üzere modern kavramlara yönelik analizleri incelenmiş; onun, şahsi menfaatleri hedeflemeyen, hukuksuzluklar karşısında değerler üzerinden toplumsal bir muhalefet söylemi inşa etmeye çalışan yaklaşımlarının günümüzdeki sosyal adaletsizliklere yönelik mücadelelere ilham veren bir model olduğu ifade edilmiştir.
- Çok dinli ve çok etnisiteli toplumlarda herhangi bir grup kimliği esas alınarak tanımlanmaması ve bütün kimlikleri anayasal güvenceye bağlayan bir vatandaşlık tanımının yapılmasının toplumsal uzlaşma ve barış için kaçınılmaz olduğunun önemi vurgulanmış, dünyadaki benzer toplumların tecrübelerinden istifade edilerek çözümler üretilebileceği sonucuna varılmıştır.
-Yoğun olarak Cumhuriyet sonrası geliştirilen farklılıkları inkar politikalarında kimi dini değerlerin bir argüman olarak araçsallaştırılmasıyla yanıltılan toplumsal zihnin, eşitliğe dayalı bir perspektifle düzeltmesinin doğru dini anlayış açısından zorunlu olduğu vurgulanmıştır; dinin asla bir milletin varoluşsal haklılığına engel olacak bir yerde durmadığının altı çizilmiştir.
- Anadilde eğitimin tartışılmaz temel hak olarak görülmesinin gereği vurgulanmış; bu duruma paralel biçimde farklı dil, sembol ve kültürlerin devlet tarafından kamusal alanda geçerli hale getirilmesinin haklı bir talep olduğu vurgusu yapılmıştır.
- Zaza, Kurmanc, Soran, Goran, Lor gibi Kürt kimliğinin temel bileşenlerini oluşturan unsurların Kürt kimliğinin birliğini zayıflatmak amacıyla kullanılamayacağı belirtilmiştir. Bu doğrultuda geliştirilen politikaların özelde Kürt halkına genelde ise bütün bir coğrafyamıza zarar vereceği kanaatine ulaşılmıştır.
Sempozyumu düzenleyen Nûbihar Dergisi ve Nûbihar eğitim ve kültür derneği olarak; toplumsal sorumluluk ve rollerimiz gereği, bu ve buna benzer alanlardaki çalışmaları sürdüreceğimizi; hak ve eşitlik ekseninde yürütülen tüm fikri ve politik çabalara destek vereceğimizi; kamuoyuna saygıyla ilan ederiz.
Sempozyum Düzenleme Kurulu