Yüzbinlerle insan yerinden, yurdundan olup göçe zorlanmış, komşu devletlere sığıntı olmuşlardır. Orada bir barbarlık örneği yaşanıyor. Dünya devletleri ve kimi komşu ülkeler, kendi çıkarlarına uygun olarak, kimileri silah desteğiyle veya cirit atan ajanlarıyla, uluslararası diplomasileriyle orada ortamı gererek, bu savaşa doğrudan veya dolaylı olarak müdahil oluyorlar. Tabii ne ekersen onu biçersin, hesabı; gün gelir yaptıklarının karşılığı, yapana aynı şekilde geri dönebilir çoğu zaman.
Türkiye, Özgür Suriye Ordusuna ve Suriye muhaliflerine açıktan destek veriyor; onlara üs veriyor, onları eğitiyor, vs.. Eğer Suriye ve muhaliflerinin çatışmaları her yerde olduğu gibi, sınırlarda da gerçekleşiyorsa, elbette o çatışmalarda kullanılan top atışlarından kimi toplar, kasten veya istemeden sınır dışına, yani komşu topraklarına da düşecektir. Türkiye tarafına düşen toplar, kasten (muhalif güçlerden değil de) Suriye devleti ordusu tarafından atılıyorsa ki bu; (muhaliflerimi destekleme, anlamında) bir mesaj olabileceği gibi; ayrıca kaçınılmaz bir yenilgiye giden Beşşar Esed, ömrünü uzatabilmek için iktidar savaşını, bölgeye yaymak adına, Türkiye’yi de bu savaşın içine çekmek amaçlı da yapıyor olabilir.
Türkiye ise, sanki bu savaşa taraf olmaya çoktan razı bir istemle kollarını erken sıvamış ve kimi destek adımları atmış da, müttefiklerinin rızası bir türlü çıkamadığı için, bir çıkmaza düşmüş gibidir. Bunun nedenleri çeşitli olabilir. Irak’a müdahale olayında, ABD için çıkarmadığı tezkerenin sonuçları, burada tekrar etmesin diye, bu sefer müttefiklerine bir jest yapmak adına, zamanlama hesabını karıştırarak erken mi davranıyor acaba?
Böyle ise, neden erken davranmış oluyor? Çünkü öncelikle, ABD seçimleri yapılmadan, ABD’den keskin bir kararı (askeri müdahale gibi bir kararı)çıkmayacaktır. Seçimden sonra da, yeni yönetim kadroları yerli yerine oturuncaya kadar, ayları bulacak bir süre gerekecektir. Ardından ittifaklar için diplomasi turları başlatılacaktır. Rusya, Çin ve İran bu süreci sekteye uğratmak isteyen güçler olacaktır. Daha sonra, gerektiğinde Türkiye’ ye görev düşecekse, ancak o zaman önerileri olabilecektir.
Ya da başka bir nedeni var mıdır? Türkiye, Suriye Kürdistanında egemen durumuna gelecek olan PYD/YPG’ yi engellemek adına, kendini bu duruma müdahil olmaya mecbur hissediyor olabilir. Acaba bu tezkere, Suriye Kürdistanı’nı işgal edip, bir tampon bölge oluşturmak veya Kürtlerin orada bir statü kazanmalarını engellemek için olabilir mi?
Durum buysa, olay çok daha vahimdir; kendi içlerindeki Kürtleri ihmal etmiş, problemlerini çözmeden, güvenlerini elde etmeden, Suriye’deki Kürtlerin kaderiyle oynamak ne denli doğru olabilir ki? Tüm Kürtlerin güvenini kaybetmekten başka!..
Anlaşılan, Türkiye kendi içindeki Kürtlerin sorunlarını çözmedikçe, diğer parçalardaki veya dünyanın herhangi bir yerinde Kürtlerin tüm kazanımlarından hep ürkecektir.
Dikkat edilirse, tezkerede,”Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi”ibaresi vardır; Yabancı,denilince rotasız gibi görülen tezkerenin rotası, sanki sadece Kürtlermiş gibi algılanıyor. Kürtler arasında böyle bir algılamaya sebep olmuştur bile. Çünkü deniliyor ki; eğer TSK, Suriyeye girecek olursa; ilk başta Suriye Kürdistanı hedefi olur; İran’a girilecekse, öncelikle İran Kürdistanı hedefi olacaktır; Irak’a girmek istendiğinde ise, Irak Federal Kürdistanı hedefleri olacaktır ve ne yazık ki bu hedeflerden her hangi birinden geçmeden, hiçbir yabancı toprağa karadan ulaşmak mümkün değildir. Onun için, bu tezkere, sanki sadece Kürtlere bir tehditmiş gibi algılanıyor ne yazık ki. Eğer Türkiye, kendi Kürtlerine bir statü vermiş olsaydı veya Kendi içindeki Kürtleri memnun eden bir çözümü gerçekleştirebilmiş olsaydı; kısacası, Türkiye tüm Kürtler için bir cazibe merkezi olabileydi, bu tezkere, diğer parçalardaki Kürtler için belki bir umut veya bir sevinç kaynağı bile olabilirdi. TSK’yi imdatlarına gelecek bir dost veya kardeş bir ordu olarak görebilirlerdi belki.
Biliyoruz ki Suriye’ deki muhalif Araplar da, Kürtlerin sorunlarına ilgisiz kaldılar ve onlar için herhangi bir statü verme düşünceleri olmadı; dolayısıyla Kürt partileri, ayrı bir güç olarak kendi topraklarında mevzilenmeye başladılar. Beşşar Esed yönetimi, kendi muhaliflerine destek veren Türkiye?nin yaklaşımına tepki olarak, bir manevra diye, PKK uzantısı PYD/YPG güçleri lehine Suriye Kürdistanı mıntıkasından kendi askeri güçlerini çekti. PYD Eş başkanı Salih Müslim; hayır, biz, Esed yönetimine buradan çekilmelerini söyledik, demesi durumu değiştirmez. Sonuçta çatışarak ele geçirme olayı olmamıştır. Esed, bunu yaparken de, Kürt bölgesinden çektiği bu askeri güçlerini, Halep vb. yerlere kaydırabilme fırsatını elde etmekte, Türkiye’yi de telaşa vermek ve tahrik etmek adına kendince taktik politik bir manevra yapmış olmaktadır.
Eğer PKK veya onun Suriye’ deki uzantısı PYD, Esed’ın bu taktik manevrasının farkında olup, kendilerini de bilinçli olarak bu oyunun parçasıymış gibi göstererek ve bu durumu fırsat sayıp, bir karşı taktikle, halkının geleceğini korumak adına, kendi topraklarında mevzilenmeyi hedefliyorlarsa, akıllıca bir yaklaşım yapmış oluyorlar. Çünkü sonunda Esed gidicidir ve kendileri, taktik bir politikayla, bu fırsatı değerlendirerek, kendi topraklarında kendi halkıyla baş başa kalacaklardır. Yaklaşım buysa, mantıklı bir politika olacağı söylenebilir elbette.
Ancak, bunun tersi iddialarda bulunanların söyledikleri, önemli kuşkulara da neden oluyor. Deniliyor ki; PYD, Esed’ın bağlaşığı bir güçtür ve lideri Salih Müslim, müebbet yemiş bir hükümlüyken, pazarlık sonucu hapisten çıkarılıp PYD’ nin başına Esed tarafından getirtilmiştir. Esed’ın ordusundan kaçanları, PYD/YPG onları, sınırda yakalayıp, Esed ordusuna teslim ediyorlarmış, diğer (müttefikleri) Kürt parti ve örgütlerin, varsa silahlı güçlerini kullanmalarına izin vermiyormuş, kendi silahlı güçleri dışında başka (Kürt) silahlı güç kabul etmiyorlarmış. Asayiş, sadece onlardan sorulabilirmiş. Kürt gençlerini zorla askere alıyorlarmış ve dolayısıyla Kürt gençleri özellikle onlardan kaçıp Güney Kürdistan’ ına sığınıyorlarmış. Vs.vs. . İnşallah bu tür iddialar, sadece iddialardan ibaret olup, doğru değildir. Yoksa Kürtler adına daha vahim bir durum ortaya çıkar. Yani savaş sonrasında, Esed’ in şahsında Kürtlere de zarar gelebilir. Kürtlerin, bu tarihi fırsat karşısında kaybedenler safında yer almak gibi bir lüksleri olamaz, olmamalı.
Tüm bunlar ortadayken, alevi kardeşlerimiz de, kendi haklı taleplerini, vesayetçi ,Kemalist, CHP kuyruğunda saf tutarak ve Aleviliğe zerre kadar faydası olmayan, kendi halkına bile katliam uygulayan zalim diktatör Beşşar Esed’a destek vererek kirletmesinler. Kendi mezheplerinin mağduriyetini ve bundan çıkışın çözüm yolları üzerinde kafa yorsunlar ve özgürlükleri için örgütlensinler ki, olası demokratik oluşumda ve yeni Anayasa’da somut durumlarına uygun bir yer edinebilsinler. Kemalistler, Aleviliğe dost olsalardı, vakti zamanında, tek parti diktatörlükleri döneminde, kendilerine bir iyilik düşünürlerdi, onları, “irtica gelecek” korkusuyla ehlileştirme yolun gitmezlerdi. Dersim/Tunceli katliamını yaptırmazlardı.
Kemalizm’in iflah olmaz çocukluk hastalığı müptelası “Türk Solu” örgütçükleri, Türk halkından kopuk, işçi sınıfından kopuk ve Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt halkını hep mağdur eden CHP’nin gölgesinde hâlâ boy gösterme çalışma ve çabaları, beni hiç hayrette bırakmıyor nedense. Yanlarına BDP’ yi de katmalarının hiçbir anlamı olmaz ayrıca. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bilimsel anlamda bir sol yapılanma ve hele Kürt halkına dost (şövenist olmayan) bir yapılanmalarını göremedik ne yazık ki; hep askeri vesayetin derin çocuklarıymış gibi pratikleriyle kuşku verdiler. Mustafa Suphilere yaşam hakkı tanınmadığı için onlar için bir şey söyleyemem. Ama ardılları, yanlış beyan ve bilgilerle, Komintern’i, hep Kürt halkının aleyhine olumsuz etkileme mücadelesini verdiler. Şöven oldular.
Solculuk, öyle “Kahrolsun Emperyalizm” kisvesi altında, zalim Suriye diktatörüne arka çıkmakla olmaz; bu hilenin özü, oradaki Kürt kazanımların engellemek adına, diktatör Beşşar Esed’ı savunma şovenizmidir. Bunu yapacaklarına, Suriye Kürdistanı’ na somut koşullarına uygun bir statü verilmesi için mücadele etseler ya. Öyle “Halklar kardeştir” ninnisiyle de bizleri uyutmaya kalkmasınlar; gerçek ve doğrucu kardeşlik, kardeş dediğine eşit hak ve statü vermekle gösterilebilir. Enternasyonalist olabilmek, her babayiğidin harcı değildir. Kürtlerin paket oyları üzerinden kimse ikiyüzlüce ahkâm kesmesin.
şüphesiz ki, savaşa girenlerin kazananı olmayacaktır; rant paylaşımı adına zafer, savaşın senaryosunu yazan, oyun kurucularının olacaktır. Çaresiz kalınmadıkça, savaştan uzak durmak gerekir. Bir savaşta, kazanan taraf kim olursa olsun, kendi halklarına ve ülkelerine verdireceği tahribat, onarılması güç kayıplara ve yıkımlara neden olacaktır. Savaşın zararlarını, acılarını, tahribatlarını telafi etmek de, asla mümkün değildir. Ne toplumda ortaya çıkacak travma, kolayca geçebilir ve ne savaş ekonomisi nedeniyle halk, belini kolayca doğrultabilir. Savaş sonrasında hiçbir düzen, eskisi gibi olamayacak ve savaş okulundan geçecek halklar, artık eski hallerini kabul etmeyeceklerdir.
Onun için, ülkede ve bölgede gerçek demokrasiyi savunmak, insan odaklı mücadele vermek; her halka, her inanca ve her görüşe haklarını teslim edebilecek bir insani ve demokratik duyarlılık gerektirir.
Savaş demek, talan, yıkım, açlık, perişanlık ve göç demektir, ölüm demektir. Amacımız, insanları yaşatmak olmalı; öldürmek değil. On yıllarca, yüz yıllarca nice emeklerle kurulmuş modern şehirleri bir anda harabeye çevirip yok etmek; çoluk çocuk, kadın, genç, yaşlı ayırt etmeden insanları katletmek, bir insanlık dramdır, vahşettir. İnsanlık yararına var olan tüm değerleri yok etmektir.
En doğru olanı, öncelikle kendi evindeki yangını söndürmenin yollarını araştırmaktır; kendi halklarını özgür ve mutlu kılmanın yollarını arayıp bulmaktır. Savaşsız, çatışmasız bir barış ortamını tesis edebilmek için, özgür, eşit ve katılımcı bir demokrasiyi tesis etmek gerekir. Her halkın ve her kesimin kendini içinde görebileceği ve yürekten güvenebileceği bir anayasayı yapmak, ertelenemez bir zorunluluktur.
Son olarak; Diyarbakır Emniyet Müdürünün açıklamaları, tarihi değerdedir ve kesinlikle birleştiricidir. Onun bu empatik insan duruşundan, insanlıktan nasibini almayanların anlamasını bekleyemeyiz. Tüm yöneticiler bu duygulara sahip olabilseydi, Kürt sorunu, belki sittin sene öncesinden çözülmüş olurdu. Bu güzelim topraklarda, bir damla dahi kardeşkanı dökülmeyebilirdi. Kırk bin yitik can, belki şimdilerde kendi hayallerini yaşıyor olabilirlerdi. Bu topraklar, çağın en ileri demokrasisini yaşıyor ve tüm dünyaya örnek olarak gösterilir durumda olabilirdi. Birçok şeyi öngörmek bir erdemdir.
Kötülük yapmak kolaydır; zor olan iyilik yapabilmektir; yakıp yıkmak kolaydır; inşa etmek ve yapıcı olabilmek asıl marifet budur. Biz de, doğruyu, iyiyi, güzeli, barışı, merhameti ve adaleti arayalım, bulalım ve herkese sunalım. Bir de, hepimiz empati yaparak sempatik olabilmeyi deneyelim. Yararı olacaktır.
Selam ve sevgiyle kalın.