Çok fazla değil, birazcık geriye gidecek olursak, dünyanın en önemli stratejist ve siyaset kuramcıları arasında ismi sayılan ve ABD’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Zbigniew Brzezinski , Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında 21. yüzyılın süper gücünün kim olacağı sorusuna cevap arıyordu. O da tezini, Harold Mackinder'ın, 'Dünyaada'ya hükmeden, dünyayı yönetir' tezine dayandırıyordu. Dünyaada yani Avrasya… Çünkü Avrasya dünya nüfusunun ve dünya enerji kaynaklarının % 75’ni barındıran jeostratejik avantajlar sunan bir coğrafya ve üzerinde küresel liderlik için mücadelenin devam ettiği bir satranç tahtası konumundadır. Avrasya; 21.yy politikalarını etkilemekten öte, onu belirleyen stratejilerin üzerinde üretildiği coğrafyanın adıdır. Brzezinski söz konusu kitabında Amerikan’ın, Avrasya üzerindeki 21. yüzyıl dünya hakimiyet planlarını suya düşürecek olası hamlelerden söz etmektedir. Bunlar arasında en çok dikkatleri üzerine çeken ihtimal ise Ortadoğu’dan çıkacak ve bütün Müslüman coğrafyayı tek bir siyasi çatı altında birleştirecek İslami siyasal bir varlığın Amerikan’ın Avrasya dolayısıyla 21. yüzyıl dünya hakimiyet planlarını suya düşüreceği öngörüsüydü
Amerika’nın küresel egemenliğinin boyutu çok büyük olmasına rağmen iç ve dış kısıtlamalardan dolayı fazla derin değildir. Avrasya’nın büyüklüğü ve çeşitliliği ve bazı devletlerin gücü, Amerika’nın bir takım olaylar üzerindeki kontrolünü ve etkinliğini kısıtlamaktadır. Bu büyük kıta, ekonomik ve politik açılardan üstün bir güce boyun eğemeyecek kadar büyük, kalabalık, değişik kültürler içeren ve geçmişten beri hırslı ve enerjik politik yapıla sahip devletlerden oluşmuştur. Bundan dolayı yapılacak hamleler çok dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Manevra yeteneği, diplomasi, koalisyon oluşturma, işbirliği ve çok ihtiyatlı bir şekilde politik varlığını yayabilme, jeostratejik gücün Avrasya Satranç tahtasında uygulanmasında, anahtar unsurlar olmuşlardır. Kim bilir beklide Amerika’nın Suriye olaylarına yön verme konusunda ihtiyatlı davranması, Rusya’nın olup biteni anlama konusunda zamana ihtiyaç duyması, yeni satranç tahtasında konum belirlemelerinde geç kalmaları, Arap Baharına hazırlıksız yakalanmış olmalarından ötürü de olabilir.
Yine Amerikalı bir başka siyaset kuramcısı, Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması Mı” adlı teziyle gelecekteki çatışmaların medeniyetler arasında gerçekleşeceğini ve bu tezin üzerinde tereddütsüz bir şekilde durması, bize önemli ipuçları vermektedir. Huntington’un uzun süre pentagon danışmanlığı yapması ve makalenin yayımlandığı tarihten itibaren Batı’nın plan ve projeleri dahilinde ortaya çıkan yeni gelişmeler ve medeniyetlerin karşı karşıya gelmesi veya getirilmesi, özellikle daha ikiz kuleleri kimin vurduğu belli olmadan, Batılı liderlerin kesin bir şekilde, İslam medeniyetine karşı tavırlarını net bir şekilde ortaya koymaları önemli noktalar arasında sayılabilir.
Antonio Gramsci, eski düzenin öldüğünü, yeni düzeninse hâlâ doğmamış olduğunu ileri sürmüştü. Şimdi tekrar mevcut durumu değerlendirecek olursak Avrasya, satranç tahtasında jeopolitik açıdan belirleyici bir noktadır. Tarihsel miras ve küresel öncelik açısından büyük öneme sahip olan Avrasya kara kıtasının güç dağılımı ile ilgili son dönemde yaşanan bir kaç gelişmeye bir göz atalım.
ABD’nin Afganistan’da yaptığı yanlış hamleler, NATO’nun Libya operasyonundaki başarısızlığı, Satranç tahtasında etkili olan iki aktörü, Çin’i ve Rusya’yı avantajlı hale getiren bir durumu ortaya çıkarırken, bu iki ülkeye enerji ve nüfus kazandırmaya devam etti. Çin, uzun süredir, Orta Asya Enerji Stratejisi kapsamında, “Yeni İpek Yolu” projesi çerçevesinde ciddi yatırımlar gerçekleştiriyor. Özellikle, Rusya ile Çin'in başını çektiği Şenghay İşbirliği Örgütü'nün, Asya üzerindeki etkisini kırabilmek ABD'nin ana hedefidir. Bu amaçla Rusya'nın Güney'den kuşatılarak Kuzey'e doğru hapsedilip etkisizleştirilmesi için bir dizi ekonomik, askeri adımlar geliştirilmiştir. Buna karşılık Şangay İşbirliği Örgütü ise NATO’nun Afganistan ve Orta Asya güvenliğinin sağlanması projesine rakip olarak ortaya çıktı.
Afganistan, Irak, İran ve Orta Asya’nın bazı ülkeleri, Washington’un jeopolitik olarak önemsediği, enerji politikaları açısından da merkeze aldığı odak bir pozisyondaydı. ABD ve Çin’in aynı alandaki uluslararası politikaları, dünya sistemi tek merkezli yapıdan yeni yeni çok merkezli bir sisteme doğru geçilirken belirlenmişti. Örneğin, Ürdün Kralı Abdullah tarafından dile getirilen Şii Hilali söylemine göre Sünni Arap ülkelerinin, Şii hilali tarafından kuşatıldığı belirtmiştir. Kral’a göre hilal İran’dan başlamakta, Irak’ı kapsayarak, Suriye’den Lübnan’a kadar devam etmektedir. Bu gün yaşananlar ise Şii Hilali’ni kırmaya yöneliktir. Özellikle 2011 Arap Baharı’nın ardından Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın içinde bulunduğu satranç tahtasındaki hesaplar tepe taklak oldu ve bu durum sonucunda uluslar arası ilişkiler yeniden yapılandırılmaya başlandı.
Akıllara gelen soru şu; siyasal ve bilgi güç araçlarına dayanarak stratejilerin, dengelerin, politikaların, ittifakların her gün yeniden inşa edildiği iktisadi, siyasal ve sosyal yapının her gün karmaşık bir yapıya büründüğü bu devasa ve karmaşık labirentte nasıl ve ne şekilde hamleler yapılmalıdır? Aslında bu sorunun cevabı çok zor ve çok boyutlu uluslar arası ilişkileri ve çıkarları kapsamaktadır.
Not: Bu makale aynı zamanda Stratejik Analiz dergisinde de yayınlanacaktır.