2013-01-02 23:08:58

HER HALK İÇİN BİRLİK ve BERABERLİK

M.NAZIM GÜLER

info@mnazim.com 02 Ocak 2013, 23:08

Birlik ve beraberlik, jargonu ne kadar anlamlı, önemli ve gerekli bir söylem olsa da; yakın tarihimizde, bir o kadar da içi boşatılmış ve gerçek anlamından uzaklaştırılmış bir söylem haline sokulmuştur.

Türkiye’de bu söylem, ne yazık ki, öteden beri, halkların inkârı, kültürlerin imhası ve top yekûn bir asimilasyon malzemesi olarak kullanılmıştır. Bugün için, etkisini yitirdiği ve son kullanım tarihini doldurduğu için, artık buna gerek de kalmamıştır.

Bilgi ve internet çağında, her kişi, kendi halkı hakkında her türlü tarihsel bilgi ve verilere ulaşabilmektedir. Hangi halk, nereden gelmektedir; ırksal evrimi nasıl olmuştur, artık bütün bunlar bilinebiliyor günümüz ortamında…

Artık halkları inkâr etmek, sıradan bir aptallık sayılıyor. Başka kültürleri sömürmek, asimile etmeğe çalışmak, sadece o kültürlere zarar vermemektedir; kendi halkının da kültürünü bozarak, onu, dejenerasyona uğratmaktadır; dolayısıyla çok gereksiz bir çaba ve boşa harcanmış bir enerji olacağı anlaşılmıştır. Bu yaklaşım, çok masraflı ve gereksiz bir zaman kaybına mal olup, ülkeleri, çağın gerisinde bırakıyor.

Her kişi, kendi halkının, kendi partisinin, kendi sınıf ve grubunun, hatta en başta kendi ailesinin birlik ve beraberliğini savunmalıdır. Çünkü bu çok gerekli, doğal ve insanî bir istemdir. Kişi, kendi ailesinin birlik ve beraberliğini savununca, kendi ailesi dışındaki diğer sayısız ailelerin birlik ve beraberlik içinde yaşama talebine engel olmayacağı gibi, onlara karşı tehlikeli bir istek veya durum dayatmış gibi algılanmayacaktır. Çünkü saygı ve sevgi olmadan birlik ve beraberlik hiçbir alanda sağlanamaz. Sevgi ve saygı, her problemi çözebilecek çok güzel ve özel bir anahtar olup, birleştiricidir.

Birlik ve beraberlik, madem ki doğru, iyi ve güzeldir; öyle ise, her ev, her aile ve hatta her halk için talep edilebilecek, çok gerekli bir söylem sayılmalıdır. Bir aile içerisinde, baba, bir şeyse; anne, ayrı bir şey; kız, ayrı bir şey; oğul, başka bir şeydir. Her biri kendine özel bir öğedir. Bir aile içerisindeki herkes ana; herkes baba; herkes kız veya herkes oğul olabilir mi; olamaz değil mi? Bir aile, her bireyi kendine özgü olan, işte bu ayrıların birliğinden oluşuyor ve onların birlik ve beraberliği de, hiçbir şekilde, başka ailenin yapısına veya onların birlik ve beraberliğine zararlı olamaz. Her bir ailenin birlik ve beraberliği, ait oldukları halk içerisinde de, birbirlerine karşı, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir uyumu, bir dengeyi, yani barışı ve huzuru meydana getirecektir.

Aynı şekilde, bir ülkede, her halk, kendi içerisinde birlik ve beraberliğini sağlayarak, kendini en doğru ve doğal olarak ifade edebilirse, diğer halklara karşı saygılı olmayı, uyumlu olmayı zorunlu olarak gerekli görecektir ve bu zorunluluk, karşılıklı bir dayanışmayı sağlayacaktır. Yani halklar arasında, beraber olmayı ve birlikte yaşamayı sıradanlaştırıp, doğallaştıracaktır.

Başkasına saygılı olmak için, kişinin önce kendisine saygısı olmalıdır. Kendisine saygısı olan, başkasına da saygı gösterecektir. Bir yerde karşılıklı saygı, sevgi ortamı oluşmuşa, orada kaliteli ve çağdaş bir yaşam olanağı kurulmuş demektir. Karşılıklı özgüvene dayalı bir yaşam sağlanmış demektir.

Türk ulusu için birlik ve beraberlik nasıl ki bir gereklilikse; Kürt ulusu için de, bu, o kadar bir gereklilik ve zorunluluktur… Lazlar, Çerkezler, Gürcüler, Araplar, Boşnaklar, Pomaklar, Arnavutlar, Tatarlar için de; Ermeni, Yahudi, Süryani vb. diğer azınlık halklar için de öyle bir gereklilik sayılmalıdır. Bütün bu halkların, kendi doğal kimlikleriyle, kendi tarihsel kültürleriyle, kendi birlik ve beraberliklerini sağlamış biçimde, kendilerini özgürce ifade etmeleri için, her şeyden önce, karşılıklı olarak, birbirlerine saygılı olmayı ve birbirlerini sevmeyi öğrenmeleri gerekiyor. Bu da tam bir demokratik bir sistemde mümkün olabilir ancak. Açık, şeffaf ve tüm kurumlarıyla tam demokratik, gerçek bir demokrasi, ideal yaşanabilir bir sistem olabilecektir herkes için.

Kendine saygı istiyorsan, saygılı olacaksın. Sevilmek istiyorsan, sevmesini de öğreneceksin. İşte bu yaşam ve söylem, bu kadar basittir. Bunun tersi yollar, çetrefilli ve çok dolambaçlı, hileli ve çok sancılı yollar olacaktır ki, kimsenin de hayrına olmayacaktır.

Kürtler, kendi istekleriyle dört parçaya bölünmedi; onları bölenler, o zamanki İngiliz, Fransız, Türk ve Fars egemen güçleri, onların iradelerine başvurmadılar; onların ne istediklerini sormadılar bile.. Onların birlik ve beraberliklerini dikkate almadılar. Oysa Osmanlı bakiyesinde işgal edilemeyen yegâne topraklar oradaydı; Sivas ve Erzurum Kongreleri oradan başka hiç bir yerde yapılamayacak kadar her yerde güvensizlik ve tehlike vardı o zaman. Antep’te “Gazi”; Maraş’ta “Kahraman”; Urfa’da “Şanlı” olabilen cesur ve savaşkan Kürt halkının özgür ve egemen olması, Emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin işine gelemezdi. Belki de ta, Kürt Selahaddin-i Eyyubî’ den kalma kuyruk acıları nedeniyle korkuları sürüyor olabilirdi. Onun için Kürtlerin başına çorap örmeleri gerekiyordu. Nitekim ördüler de…

Ortadoğu haritasında ülkelerin sınırlarını gerçekte İngilizler ve Fransızlar çizdi. Ortadoğu’ yu cetvelle çizer gibi, bölgedeki halkların coğrafik mevzilenmelerine bakılmaksızın, bölgeyi, küçük devletçiklere böldüler. Dünyada devletsiz bırakılan en kalabalık ulus olan Kürtleri, neden bilerek es geçtiklerini ve onları neden dört parçaya da böldüklerini Kürt tarihçiler, tarihi belgeler ışığında eksiksiz irdelemelidirler. Sunî sınırların her iki tarafında bölünmüş Kürt aileler, yoğun olarak bırakıldı. Neden Kürtlerin varlıkları, tarihleri inkâr edildi ve zengin kültürleri, asimilasyon ile imha edilmek istendi on yıllarca… Tüm tarihi gerekçeleriyle ilgili egemen devletlerin arşivlerinden çıkarılıp, inceden inceye taranmalıdır. Kürt ulusu yok edilemedi ve bunu isteyenlerin hevesleri kursaklarında kaldı. Hiç kimse, zulüm ile abad olamaz; zulüm ile abad olmak isteyenlerin akibeti de hep berbat olmuş…

Şimdi, zoraki olarak parçalanmış Kürtlerin, birlik ve beraberliğini istemek; onların bir arada yaşamalarını ve bölünmüş ailelerinin buluşturulmasını sağlamak bir gereklilik ve zorunluluk sayılmaz mı? Kendi halkları için birlik ve beraberlik isteyenler, başka halklar için de bunu istemeleri gerekmez mi? Bunu istediklerinde empati yapmış olmazlar mı; böylece sempati kazanmış olmazlar mı? Bu yaklaşım, halkların gönüllü birlikteliğine ve beraberce bir arada yaşamalarına yol açmaz mı? Sevgi ve saygı temelli bir birliktelik, çözüm olarak ortaya çıkmaz mı? Elbette ortaya çıkar. İnsan ve demokrat olmak da bunu savunmayı ve yapmayı gerektirir.

Öyle ise, çözüm, elimizin altında duruyor; Londra’da, Paris’te ve Washington’ da; ya da Moskova’ da ve Pekin’de değil... Ayrıların birliğini, yani değişik halkların birliğini sağlamak, hüner ve özveri ister, özgüven ister, kararlılık ve doğru bir irade gerektirir.

Kendimize olan bir özgüvenimiz yok mudur; cesur adımlar atabilecek bir irademiz yok mudur? Eğer var ise; o zaman saygıda kusur etmeyelim, sevmeyi ihmal etmeyelim. Birbirimizi olduğu gibi kabul ederek, eşit haklar ve eşit kardeşlik temelinde bir arada yaşamayı şekillendirelim. Yeni bir ortak ad, yeni bir ortak statü, yeni bir ortak anayasa ile yepyeni bir tarih sayfasını birlikte açalım ki, bu nazik bölgede, geleceğe güçlü ve emin adımlarla bütünlük içinde birlikte açılabilelim. Bir olalım ve güç olalım ki var olalım.

Selam ve sevgiyle kalın.
M.Nazım Güler- 02.01.2013
info@mnazim.com
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.