Dünyaya adanmış bir yara Halepçe 25. yılında!

DÜNYA

Halepçe Katliamı 16 Mart 1988’de İran-Irak Savaşı esnasında Saddam Hüseyin’in emriyle Irak ordusu tarafından gerçekleştirilmiş bir katliamdır.

Halepçe Katliamı 16 Mart 1988’de İran-Irak Savaşı esnasında Saddam Hüseyin’in emriyle Irak ordusu tarafından, El-Enfal Harekâtı adlı operasyon ile çoğunluğu çocuk ve kadından oluşan binlerce kişinin kimyasal gazlar kullanılarak öldürüldüğü ve cümle tarihin sayfaları arasına katliam olarak girmiş bir olay...
Bir nüshaya katliam adı yazılmamışsa ne değişir ki! Ha ne değişir? Beynimiz iyi bir parşömenci ziyadesiyle. Kazılır işte, o kadar. Ne söz ustalığı ne de istif istif dosyalar açıklar bunu! Katliamın üzerinden Mart’ın 16’sıyla birlikte 25 yıl geçmiş olacak… Bir hadiseden çok nadasa verilmemiş, kıymığa oturtulmuş, vesvese vesvese namlular, askerler yürütülmüş, yok etmenin ve soykırmanın adına daha da üst bir ad kattığı bir olaydır. Trajedinin göz çengisinden ne varsa hepsi boyuta sığmayan daha büyük bir görüntüye düşmüştür. Şimdi ne kalmıştır ki geriye? Ha ne kalmıştır? Saddam, kimyasal silahlar, üst üste yığılmış cesetler, fotoğraflar, videolar, çığlıklar… Çürümüş et, ölü insan kokusu diyoruz. Kamyonetlere, gözlere sığmayan cesetler, parçalanmış, küflenmiş yüzler, anne bağrına ağzı açık düşmüş bebekler… kardeşler, babalar, amcalar… Sığınakların arasında şimdi bir ceset bulamazsanız ama toprağın altında gömülü ayakkabılar, çürümüş elbiseler, duvarlarda çerçevelenmiş fotoğraflar, sandıklarda saklanmış eşyalar bulmak mümkün. Her şey olmuştur ama bitmemiştir hiçbir zaman. Herkesin fiyakası ayrı; şairin şiir, generallerin savaş, çiftçinin ürün, çocuğun oyun, belleğin de unutmamak gibi donanımlı bir fiyakası vardır. Kimin haddi, kimin dirhemine sarıldıysa yüzüne düşen kan açlığı da onun hürmetinedir.
Biz bu tüm olanları, fotoğraflardan görüyoruz sadece, yüzümüzü ekşiterek, bela okuyarak. Orada olma ihtimalimizin hayali dar, çerçevesiz, istençsiz ve kemiksizdir her daim. Bulunmanın ağırlık kaldıramamanın acısına nükseden herhangi bir yanımız yok çünkü. Orada değiliz. Acı yeryüzünde kendi ağırlığı altında batmayan tek gemi, yıkılmayan tek mahzen, parçalanmayan tek ülke, keşfedilen ve terk edilmeyen tek yerdir. Mükemmel insan soyluluğumuzun mükemmeliyetçiliği kabullenme, karşı koyamama durumudur. Kendi boyunduruğumuza başkalarına söz sehpacılığı yaparak kişilik tüketimimizi genişleterek, toplumsal olayların bilgisizliği, hınçla dolu kulaktan dolma cümlelere bekçi soyuluyoruz.
Sonra bunların üzerine bestelenen şarkılar, yazılan öyküler, çekilen filmler… Daha dahasını anlatmak hem mümkün hem de namümkün. Dil acının kırımına yatmıştır, beden kemikle bir olmuş, bakış donmuş, yüz beyaza kesilmiş, parmaklar tespih çeke çeke nasırlaşmış. Dediler, dediler… Demeye devam ediyorlar.
Oruç Aruoba
’nın dizeleri Saddam Hüseyin’in yaşamına dair bir yol, bir hal bize aktarıyor: Hep bir süreç olan yaşam, ölüm anında,
sonunu değil, sonucunu bulur : Ölüm
yaşamın sonucudur – kişinin nasıl bir
yaşam yaşadığı, öldüğü ölümden bellidir.

16 MART 1988’DE NE OLMUŞTU?

16 Mart 1988 tarihinde hem tüm insanlık tarihinin ve hem de modern çağın(!) en alçakça, en vahşice soykırımına tanıklık ettik hep beraber Kürdistan coğrafyasında; Halepçe’de!

Aynı zamanda eli kanlı bir diktatörün, gözü dönmüş bir caninin masum ve sivil halka; kendi halkına karşı işlemiş olduğu bir trajedinin diğer adıdır Halepçe!

16 Mart 1988 tarihinde bilinen resmi rakamlara göre Irak’ın eli kanlı diktatörünün emri ile Halepçe’de kullanılan kimyasal silah ile çoğu kadın ve çocuk 5 bin Kürt katledildi.

İnsanlık utandı, kendine “insan” sıfatı yakıştıran herkesin dili tutuldu, dahası böylesi bir cinayete, böylesi bir katliam ve soykırıma sessiz kalan Dünya ülkelerine karşı daha da çok utandı insanlık.

Denilebilir ki Kürtler Dünya halkları içinde acıya, zulme, katliam ve asimilasyona en çok uğrayan halktır.

Amerika kıtasında Kızılderililer, Afrika’da zenciler, Avustralya’da Aborjinler ve 2. Dünya savaşında Almanya’da Yahudiler nasıl zulüm ve soykırıma tabi tutuldu ise Kürtlerde kendi topraklarında, dört parçaya bölünmüş coğrafyalarında bu zulüm, baskı ve asimilasyonlardan kurtaramamışlardır kendilerini.

Tıpkı Halepçe gibi, tıpkı Dersim gibi, tıpkı Maraş ve ötekiler gibi.

İşte Halepçe'de insanlık öldü!


ARAŞTIRMA -
Önümdeki fotoğraf karelerine bakıyorum. Bir merdivenin hemen yanına düşmüş bir baba ve oğlu… İç parçalayıcı… Baba ölüm anında bile babalığını yapmış. Dirseğine dayanarak oğlunun üstüne bir şey düşmemesi için kendini destek yapmış. Bu bütün bir katliamı anlatabilecek kadar güçlü... Dünyadaki bütün anne babaların evlatlarına olan sevgilerini dile getirebilecek kadar şefkatli… Bütün çocukları ifade edebilecek kadar masum… Ve yeryüzü zalimlerinin hepsine sıkılmış bir mavzer fişeği gibi…

Sessiz tanık diye adlandırılan bu fotoğraf Ömer Hawar ve oğluna ait. Hikâyeleri yürek dağlayıcı… 7 kız babasıdır Ömer Hawar. Erkek evladı hasreti çeken Hawar`a, Allah ikiz oğlan çocuğu verir. Artık mutludur. Mutluluğunu hanımı ve ikiz çocuklarının fotoğrafı olduğunu zannettiğim fotoğrafla perçinlemiş. Çünkü sağlığında çektiği ve arkasındaki fotoğrafta iki çocuk resmi duvarda asılı duruyor. Dediğim gibi Ömer Hawar o kadar mutludur ki artık sırtının yere gelmeyeceği hissi içindedir. Allah dualarını kabul etmiş ve erkek ikiz evlatları olmuş.

Nevruz yaklaşmakta… Tarih: 16 Mart 1988, öğlen vakti. Aile yemek yiyecektir. Ama ekmek düşmanları, o yemeği yemelerine izin vermez. Atılır bir bir kimyasal bombalar. Gazlar yakıcıdır. Ömer gayr-ı ihtiyari bir oğlunu alır kucağına hızla koşmaya başlar. Diğer çocuklarını anneleri bir kamyonetle kurtaracaktır. Ömer Hawar canhıraş bir şekilde koşmaktadır. Aman çocuğuna bir şey olmasın. Kendisini düşünmemektedir Ömer. Ama ya çocukları… Koşmaya devam eder. Ancak zehirli hava her yere yayılmış ve komşuları teker teker düşmektedirler sağa sola. Onun da koşacak hali yoktur artık. Boğazı tahriş olmuş ve gaz etkisini göstermiştir.

Bütün gücünü topladığı halde ancak sokağı dönmüş ve 47 numaralı evin önüne gelebilmiştir. Artık son adımlarını atar ve evin merdiveni önüne düşer. Ama normal bir düşüş değildir bu. Başını merdivene yaslar. Çocuğu altında kalıp ezilmesin diye yüzükoyun yattığı halde dirseğine dayanır. Kendisince önlemini almıştır. Ama Kimyasal Ali`nin ABD ve Avrupa`nın demokratik ülkelerinden satın aldığı gazlar bu basit tedbiri aşar. Kucağındaki çocuk ile şehit olurlar.

ENFAL SURESI (SAVAŞ GANIMETI) Enfal Suresi Kur’an-ı Kerim’in sekizinci suresi. Medine döneminde hicretin ikinci yılında Bedir Savaşı’ndan sonra inmiştir. 75 ayettir. Sure, adını ilk ayetteki el-Enfal kelimesinden almıştır. Enfal savaş ganimeti demektir. Surede genellikle savaş (özellikle Bedir Savaşı) sonrası elde edilen ganimetler, bunların kimlere ve nasıl pay edileceği konu edilmekte.
SUREDEN DIKKAT ÇEKEN IKI AYET
“Siz Rabbinizden yardım talep ediyordunuz, O da: “Şüphesiz! Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim”. Enfal(9)
“Yeryüzünde hiçbir fitne (Şirk) kalmayıp din, tamamıyla Allah’ın oluncaya (ondan başkasına ibadet edilmeyinceye) kadar onlarla savaşın, cihad yapın. Eğer küfürden vazgeçerlerse, şüphesiz Allah onların yaptıklarını hakkıyla gören hakkıyla işitendir” Enfal 39
Şüphesiz olan, şüphesizden yana olan doğa olayları karşısındaki insan ve devlet kirliliği dünyanın her bir yerine sinmiş, her bir yerini darmadağın etmiştir.

HALEPÇE İÇİN NE DEDİLER:

İSMAİL BEŞİKÇİ: Bağımsızlığı (Kürdistan) savunuyorum çünkü: Kürdistan’ı, Kürdleri müştereken yönetmek, bu sömürgeci güçlere kolaylık, rahatlık sağlamaktadır. Böyle bir kolaylık ve rahatlık olmasa, Saddam Hüseyin, Kürdlere, zehirli gaz kullanabilir miydi? Halepçe yaratılabilir miydi? Düşünelim ki, Saddam Hüseyin, Halepçe’yi zehirli gazlarla bombaladığı, 16 Mart 1988’de, İslam Konferansı da Kuveyt’te toplantı halindeydi. Türkiye’yi 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil ediyordu. 53 İslam ülkesinin, bu konferans sonunda yayımladığı Sonuç Bildirgesi bu bakımdan çok önemli bir belgedir. Sonuç bildirgesinde, Saddam Hüseyin’in Kürdlere karşı zehirli gaz kullandığına dair hiçbir ima yoktur. Eleştiri, kınama, şöyle dursun, bu konuda küçücük bir bilgi, bir ima bile yoktur. Bulgaristan’da Türklere karşı geliştirilen isim değiştirme operasyonlarından dolayı Bulgaristan’ı eleştiren İslam Konferansı, Kürdlere yapılan soykırımı duymazlıktan, bilmezlikten, görmezlikten gelmektedir. Saddam Hüseyin, kendisini böylesine rahat hissetmese, Kürdlere karşı zehirli gaz kullanabilir miydi, soykırım yapabilir miydi? Bunu, ancak, uluslararası nizamın kendisini eleştirmeyeceğini, suçlamayacağını bilen, hisseden yöneticiler yapar.

YAKUP ASLAN: Sadrazam Said Halim Paşa ilke, kural ve yasalarıyla modern Hamidiye Alayları kurabileceğini zanneden zavallılar, Roboski olayında nasıl sırıtan bir duruş sergilediklerini unutmuşçasına, zalimlerin payandası olmaya devam ediyorlar. Halebçe zalimlerin suratına nasıl bir tokat gibi çarptıysa, Roboski de onların suratlarına inen bir yumruk olacaktır… 

Halebçe Katliamından değişik bahanelerin arkasına sığınanlar veya mazlum insanların haklarını savunuyor gibi görünüp olayı örtmek, sulandırmak için her türlü ilkelliğe, yalana, hile ve kurnazlığa savrulanlar, Roboski, Dersim, Koçgiri, Zilan ve diğer bölgelerde yapılan katliamlar karşısında aynı duruşu sergileyen erdemsiz gruhun ta kendisidir… 

ABDULBAKİ ERDOĞMUŞ: Halepçe Katliamı dünyanın en büyük insanlık trajedilerinden biridir. Aradan yıllar geçmesine rağmen bugün hala kimyasal gazların etkisi devam ediyor. Bombardıman sonrası ortaya çıkan vahşet görüntüleri çoğumuzun hala hafızalarında tazeliğini korumaktadır. Sokak ortalarında, evlerinde, iş yerlerinde birbirine sarılarak ölen yüzlerce ailenin görüntüleri insanlık dışı vahşeti tasvir etmektedir. Torununu kucağında korumaya çalışan yaşlı dedenin görüntüsü ile Şivan Perwer’in “Halepçe” ağıtı yaşananları sembolize etmeye yetmektedir.

Dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen bu katliamın sorumlusu kuşkusuz tek başına Diktatör Saddam Hüseyin ve Ordusu değildir. Gerek İran-Irak savaş sırasında gerekse de savaştan hemen sonra Irak ordusunun Kürt halkına karşı başlattığı saldırılarda kullanılan silahlar Batılı ülkelerden ve özellikle de ABD’den sağlandığını unutmayalım.

RECEP TAYİP ERDOĞAN: 1988 yılında Irak’ta Saddam Hüseyin rejimi tarafından gerçekleştirilen Enfal Harekatı ve Halepçe Katliamının İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçen bu katliam, binlerce masum insan kimyasal silahlar kullanılmak suretiyle acımasızca katledilmiştir. Erbil ve Halepçe’de bugün düzenlenmekte olan bu etkinlik, aradan 25 yıl geçmesine rağmen, söz konusu saldırının insanlık vicdanında açtığı derin yaranın tazeliğini koruduğunu göstermektedir.

MELE EMİN BOTİKİ:16 Mart 1988 yılında Saddam Hüseyin tarafından Irak Kürdistan’ındaki Halepçe şehrine atılan kimyasal gaz neticesinde hayatını kaybedenlerin yürekler acısı manzaraları tv ve internetlerde yayınlandı. Aynen üst üste atılan odun parçaları gibi kundaktaki bebekten tutun doksan senelik yaşlısına kadar insan cesetleri birbirlerinin üstüne yığılmış, kimisi yatakta, kimisi çalışırken, kimisi sokakların ortasında ve kimisi de süt emerken yere serilip on binlerce ceset çürümeye mahkûm bırakılmıştı. Basına yansıyan kadarıyla 5-10 bin kişinin hayatını kaybedip şehadet mertebesine ulaştığı yazılıp çizilmiştir. Hiroşima’ya atılan atom bombası neticesinde olduğu gibi on binlerce insan da sakat kalmıştır.

Halepçe katliamında akıtılan kan, ırakta bir Kürdistan’ın oluşmasını neden oldu. İkinci Halepçe katliamı yaşanmadan Türkiye de de Kürt sorunun hakça çözülmesi ve barış için atılan adımların netice vermesi temennisiyle Allah’a emanet olun!

M.ALİ ERDOĞAN: Halepçe yüzyıla yakındır Kürtleri sömüren devletlerden birinin katliamlarından sadece biridir. 1925 Şeyh Said ayaklanması, Dersim, Zilan, Koçgiri, Mahabad, Barzan'da yapılan katliamlar da Halepçe kadar acı ve yürek yakıcıydı.
Bu jenosid enfal denilen operasyonun bir parçasıydı. Yani Enfal adı altında Saddam'ın gerçekleştirdiği katliamlardan sadece biriydi.
Kürtlerin yaşadığı talihsizliklerin belki de en büyüğü; düşmanlarının onlarla aynı dinden olmaları ve o dinin argümanlarıyla onlarla savaşmalarıdır.
Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Kürtlerin yaşadığı zulümlerin aynısını Irak diğer parçalardaki Kürtler da yaşamıştır. Din kullanarak Kürtler savaştırılmış, Din kullanılarak Kürtler asimile edilmiş, Din kullanılarak Kürtler öldürülmüş, yok edilmiştir.
Enfal; ganimet anlamına gelen, Kur'an'da geçen bir sürenin ismidir. Kur'an'daki bir sürenin ismiyle bir halk kıyımdan geçiriliyor, bu çok iğrenç bir şey. zülme uğrayan halkın psikolojisiyle bakıldığında daha da kötü.. Bu olaydan sonra İsveç'te yaşayan bazı Kürtlerin Enfal Süresinin sahifelerini yaktığını okumuştum.
Kürtler çok acılar çektiler, Ortadoğu'da Kürtlerin yaşadığı ağır trajediyi diğer halklar yaşamadı. Ve Kürtler akıllarını başına devşirip bir olmak zorundalar. Halepçe vurulduğunda Kürtler bölük pörçüktü ve silah namlularını birbirlerine uzatmışlardı.
O gün yok edilmek istenen Halepçe Bugün özgürleşti. Zaxo Akre, Şêxan Amediye de Halepçe'de petrol yok, dağ taş deniliyordu ama bugün o topraklar Kürdün hakimiyetinde ve çok değerli.

İBRAHİM SEDİYANİ :“16 Mart 1988, hem dünya tarihinin, hem İslam tarihinin, hem Ortadoğu tarihinin, hem de Kürdistan tarihinin en acılı günlerinden biridir. Kerbelâ hadisesi neyse, Kızılderili soykırımı neyse, Hiroşima ve Nagasaki neyse, Halepçe de odur. Halepçe ile ilgili ilk söylenmesi gereken şey, bunun bir katliâm değil, soykırım olduğudur. “Katliâm” kelimesi bu vâhşeti anlatmakta yetersiz kalır.
Halepçe soykırımı gerçekleştiğinde dünya sessiz kalmıştı ama şimdi herkes lanetliyor. Sebebi, insanlığın geri dönüşü değil, o soykırımı yapanların cehennemin dibine gitmiş olmalarıdır. Eskide kalmış, cellatlarının hayatta ve iktidarda olmadığı katliâmların faillerini lanetlemek çok kolay ve risksizdir çünkü.
Halepçe yıldönümlerinde sadece Saddam’ı lanetleyip vicdan rahatlatmak, asıl acınacak durum budur. Bir kere Saddam ve Irak Baas rejimi, o katliâmı tek başına yapmadı. Saddam o silâhları Bağdat’taki silâh fabrikasında üretmemişti herhalde.
1980 – 88 İran – Irak Savaşı’nda ve bu savaşın bir cüzü olan 1988 Halepçe Soykırımı’nda cinayetkâr Saddam rejimini her türlü silâh ve para yardımıyla sonuna kadar destekleyen güçler; ABD, TC, Suudî ve Katar idi.
Halepçe Soykırımı’ndan sadece 3 gün sonra, dünyanın en aşağılık devleti olan Katar’ın başkenti Duha’da İslam Teşkilâtı Konferansı düzenlendi ve orada Halepçe’nin adını dahi ağızlarına almadılar. Çünkü soykırımı, onların desteklediği Saddam yapmıştı ve onların İran’a karşı savaşmak için Saddam’a sunduğu silâhlarla yapılmıştı.
Halepçe Soykırımı’nı Saddam tek başına değil, Saddam, ABD, TC, Suudî ve Katar birlikte yaptılar.
Halepçe hadisesi, hiç yaşanmamış da olabilirdi. Nasıl mı? İsmail Beşikçi Hoca’nın dediği gibi, eğer müstakil bir Kürt devleti olsaydı, böyle bir soykırım hiç yaşanmazdı. Esasında Kürt tarihinde onlarca katliâm ve sürgün gibi acıların yaşanmasının en başta gelen sebebi, müstakil bir Kürdistan devletinin olmayışıdır. Dolayısıyla Kürtler’i savunacak, Kürtler’i koruyacak herhangi bir erkin bulunmayışıdır. Zirâ bir Kürt devleti olursa, buna kimse kolay kolay cesaret edemez. Bu önemli tespiti İsmail Beşikçi Hoca yapıyor ve ben de kendisine katılıyorum. Her aklı başında insanın da kabul edeceği açık bir gerçektir bu.”

TANIKLAR Katliamdan sonra 21 Mart günü Sabah Gazetesi savaş muhabiri Ramazan Öztürk ve diğer gazeteciler Halepçe Katliamını dünyaya duyurdular. Tabi Batılı emperyalist devletler biliyordu katliamı. Çünkü Saddam için silahları onlar temin etmişti. Ama dünya kamuoyu gazetecilerin çektiği o acı fotoğraflardan sonra olayı duydu. Onların yazdıkları sıcağı sıcağınaydı, bu nedenle yorumsuz vermekte fayda var.

Ramazan Öztürk olayı şöyle anlatıyor: "Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor. Biz 21 Mart günü oraya vardık. Dört gün geçmişti aradan ve aynı vahşet gözleniyordu. Bütün sokaklar ve caddeler insan, hayvan ölüleriyle doluydu. Gördüğümüz bütün insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile çok yaşlılardı. En katı insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliam demek, facia demek hafif geliyor. Vahşet! Vahşet de hafif geliyor. Dûceyde ve İnab`da gördüklerimizin de Halepçe`den hiçbir farkı yok. Her yer darmadağın, taş üzerinde taş kalmamış. İnab Köyü de öyle…

Bir tepenin eteğinde kurulu İnab`da yaşayan yüzlerce insan, Irak uçaklarının bombalarından kaçmak için çocuklarını alıp yollara düşmüşken gafil avlanmışlar. Dere kenarlarında, köyün çıkışındaki yolda, ağaç diplerinde, yerde yatan yüzlerce ceset. Hayvanlar da kaçamamış, çoğu olduğu yerde ölmüş. Köyün hemen yanındaki tepenin ardında ise insan cesetlerinden oluşmuş bir başka tepecik. Tüylerimiz ürperiyor. Fotoğrafları çekerken ağlıyordum. Allah bir daha bana böyle bir sahne göstermesin."

Güneş Gazetesi Yazarı Faruk Ölçücü ise şunları yazmış: "Etrafta hardal gazının yakarak öldürdüğü kadın ve çocuk cesetlerinin resimlerini çekerken kusmamak için kendimi güç tutuyordum. Halepçe`nin bütün sokakları, Irak uçaklarının attığı kimyasal bombaların etkisiyle katledilmiş Kürt kadın ve çocukların cesetleriyle doluydu. Atılan sinir ve siyanit gazlarının etkisiyle iç solunum sistemleri tahrip olan bu zavallı insanlar boğularak ölmüşlerdi. Dış görünümlerinde hiçbir şey olmayan bu insanlar, sokaklarda uyur gibi yatıyorlardı. Koca kasabada, hayvan dâhil hiç kimse kalmamıştı. Atılan kimyasal bombalar, düştüğü yerlerden uzak noktalara rüzgârın etkisiyle gaz bulutu şeklinde giderek evlerin içindeki odalarda saklanmış insanların da boğularak ölmesine neden olmuştu. Keşke ben de ölseydim."

JOHN SİMPSON/BBC NEWS: 16 Mart 1988'de Halepçe'ye yapılan kimyasal silahlı saldırı sonucunda ortaya çıkan görüntü, hayatımda gördüğüm en kötü görüntüydü. Sokaklar, duvar dipleri kıvrılmış cesetlerle doluydu.

Yakından baktığımda çoğunun birini korumaya çalışırken öldüğünü gördüm. Korumaya çalıştıkları bebekleri, çocukları ya da eşleri de ölmüştü.

Saddam Hüseyin'in askerlerinin Halepçe'nin Kürt nüfusuna ders vermek için rastgele attıkları sinir gazlarından korunmanın yolu yoktu.

Daha önce İran-Irak savaşı sırasında askerlere karşı kullanılan kimyasal silah saldırısı sonucunda ortaya çıkan dehşetli manzaraya tanık olmuştum. Ama bu sinsi, zalim gazların savunmasız kadın, erkek ve çocukları ne hale soktuğunu görmek daha kötüydü.

KİMYASAL SİLAHLAR KİMDEN SADDAM’A VERİLDİ?

1-Kimyasalların bileşenleri ve imalat teçhizatı farklı kaynaklardan geldi; Irak hükümeti de kimyasal silah üretme kapasitesine sahipti.

2-Halepçe'de bulunan bomba kovanlarının çoğu Rus yapımı.

3-Batılı şirketler bakımından ise 85 Alman, 19 Fransız, 18 İngiliz ve 18 Amerikan şirketine dair veriler var. 

Kaynaklar: Christine Gosden, Liverpool Üniversitesi, timetürk, haberfikir, milliyet.blog

Hazırlayan: Cesim İlhan


Kaynak: //www.haberdiyarbakir.com/dunyaya-adanmis-bir-yara-halepce-25-yilinda-57549h/#ixzz2NjPBSLRq
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.