Bölgede, gerçekte sadece iki parti vardır, diyebiliriz artık; Ak Parti ve PKK (Zaten BDP aynı taban zemini üzerinde ve onun gölgesinde faaliyet gösteriyor). PKK, devlet olarak, TC’yi hedefinden silmiş olmalı ki, sadece AK Parti’yi asıl hedefi haline koymuş görünüyor. Zaten, ayrı devlet kurmak veya benzer versiyon taleplerinden vazgeçtiklerini sıkça dillendiriyorlar. İleri sürülen talepler, gerçek bir demokrasi ve somut durumu doğru ifade edebilecek adil bir anayasa ile karşılanabilir veya demokratik, barışçıl bir alternatif yolda sürdürülebilir taleplerdir...
AK Parti, mevcut sistemin bir partisi olduğu için; onu, kendisine rakip gören her hangi bir parti, kendisinin de aynı sistem içinde politika yapmak istediğini dışa vurmuş olur, diyebiliriz. Durum öyle olacaksa, o zaman sırf bunun için silahlı mücadeleye de gerek olmamalıdır. Politik bir partiye karşı, ancak politik argümanlar ile rakip olunur veya mücadele edilebilir, edilmelidir de.
Son dönemlerde anlaşıldığı kadarıyla Sayın Erdoğan, hiçbir şekilde Kürtleri temsil edemez; çünkü kendisi, Kürt sorununu PKK’ya endeksliyor ve dolayısıyla otomatikman bu temsiliyeti, karşıya yüklüyor ve ne yazık ki soruna çözüm işini orada kilitliyor veya bilerek çözüm kapısına kilit vuruyor. Oysa Kürt halkının sorunlarını, PKK’ye rağmen çoktan çözmüş olmalıydı. PKK, bahaneleri olmamalıydı.
Hani milletvekillerinden 75’inin Kürt olduğunu övünerek söylenip, duruyorlardı ya; dolayısıyla Kürtleri en fazla temsil etme hakkının kendilerinde olduğunu da iddia ediyorlardı, ne oldu?! Politika, kitleleri kandırma sanatı olmuş da, biz mi bilmiyoruz? Bunca emeğe ve kat edilen yola yazık değil midir? Temsiliyetini kendilerinde gördüğü bir halkın sorunlarını çözmek, başat görevi olması gerekmez mi?
Sayın Erdoğan’ nın, Suriye politikasında da anti-Kürt duygularla hareket edildiği görülüyor. Sanki sömürgeci-emperyal bir figürmüş gibi,( güya batı adına) tampon bölge oluşturmak istiyor ve bunu da Kürt coğrafyasında gerçekleştirmek istiyormuş. Çeşitli nedenlerle Batı, şimdilik buna hazır olmayınca; Beşar Esed’ in (taktik) politikasını bahane ederek, PYD şahsında, “PKK’ inin sınırımızda bir devlet kuruyor” fikrini öne çıkarıp, gerekirse müdahale edebileceklerini vurguladılar. Burada sorun PKK midir; yoksa Kürtlerin orada bir statü kazanma endişesi midir? Türkiye kamuoyu ve aydınlar, bunu iyice irdelemeli ve yapılanları bir akıl süzgecinden geçirmelidir. Elbette Ak Partililer de ve özellikle Kürt olanları…
Sayın Erdoğan, kendi kafasından “Tek Dil, Tek Millet…” takıntısını atmadıkça Cumhurbaşkanı da olsa, o, sadece bir “Tek Millet” i temsil edebilecek ve mevcut politik sürece göre asla Kürtleri de temsil etmiş olmayacaktır. Onun için milliyetçi duyguları kabartmaya ve bunun için de, ortamı germeye gerek yoktur. Yoksa alternatif Kürt milliyetçilerinin de duyguları kabaracaktır. Sorun, içinden çıkılmaz bir hale dönerse, onun ceremesini, en çok iktidar olan kendisi çekecektir. Çıkılan bu yol, doğru yol değildir.
AK Parti ve PKK, ölü sevicilikte de adeta yarış halindedirler; sanki kim, karşıdakinden daha fazla kişi öldürmüşse, üstünlüğü ele geçirmiş ve zafer kazanmış gibi davranıyorlar. Sanki öldürülenler bu toprağın insanları değilmiş gibi!..
Her iki taraf da, ölüm ve kan üzerinde politika geliştiriyorlarmış gibi, ”şehit” edebiyatına sarılıyorlar. Kandan beslenecek ideolojilerle asla barışa gidilemez, barış da gelmez. Öyle görülüyor ki, her iki tarafta sanki sözleşmiş gibi, birbirlerini besleyen bir çatışmalı ortam yaratma çabası içinde görünüyorlar. Yani sanki danışıklı dövüşüyorlar!.. Bu kuşkulu durum, herkesin kafasını kurcalayıp duruyor; neler oluyor, bu nasıl bir iştir böyle, diye. Yazıktır, barışa giden trende, başka lokomotiflere heves etmeyin lütfen; barış treni rayından çıkmasın. Halk çocuklarının geleceğini karartmayın, barış umutlarını söndürmeyin. Rotanızı barışa odaklayın; başka bir rota, herkesin felaketi olabilir. Neden felaket kaderimiz olsun ki?!
Herkes Oslo görüşmelerinin yeniden başlayacağını umut ederken (ki bazıları kesintisiz devam ettiğini bile iddia ediyor); barış veya çözüm an meselesi iken, ne oldu da her şey tersyüz oldu birden?. Aniden yapılan operasyonlar ve aniden ortaya çıkan çatışmaların mantıklı bir sebebi veya gözle görülür bir bahanesi ortada yokken niçin patlak verdi bu yoğun çatışmalı olaylar?
Her iki taraf da, karşıdan ne kadar çok adam öldürdüğünün propagandasını yaparak güya kendi taraftarlarını sevindireceklerini sanıyorlarsa, yanılıyorlar... Oysa halklarımızın beklentisi, bu kanın durmasıdır. Ne yazık ki, her iki taraf da kayıpları hakkında doğru söylemiyorlar; insafsızca ve hoyratça gençlerimize kıyabiliyorlar. Herkes, kendi kayıplarını az gösterip, karşı tarafın kayıplarını abartarak daha çok gösterme gayreti içine düşmüş... Bu bir kıyımdır adeta ve yeni nesle böyle kıyılırken, vicdanları, ne derece rahat olabilir acaba, doğrusu onları anlayamıyorum. İnsanın nutku tutuluyor bu dehşet manzaralar karşısında. Yürütülen bu karşılıklı “psikolojik savaş propagandası”, herkesin psikolojisini bozmaya başlamış bile.
Oysa her iki taraftan ölenler, bu topraklar üzerinde yaşayan halkların fakir çocuklarıdırlar. Her birinin ayrı hayalleri, umutları ve sevdaları vardı. Daha fazla öldürebilmek sayısıyla, kim, neyin hesabını yapabilir ki?. Barış ve çözüm üzerinde kafalarını bu kadar yorsalardı, bu sorun, çoktan çözülmüştü bile. Belli ki, iki tarafın da ajandasında şimdilik çözüm niyeti yoktur.
AK Parti, gittikçe daha bir ırkçı oluyor ve “tek” çi Sayın Erdoğan, “tek şef” konumuna sokularak, adeta biricik idol haline getirilmek isteniyor. Kendi partisinin içindeki yöre milletvekillerine bile soruna çözüm adına hiçbir rol verilmiyor. Bu milletvekilleri, kendi bölgelerinin sorunlarını, gönüllerince dile getiremiyorlar, çözüme katkı sunmaktan resmen alıkonuluyorlar. Dolayısıyla, hal bu olunca, barış ve çözüme dair umudumuz da söndürülmektedir.
KCK davaları, çok KıCıK bir hal almış, sürüp gidiyor; BDP ile iç içe geçmiş bu sivil yapılanmalar, hedeflenerek yürütülen baskılarla adeta “dağdan dönüş yolu” da imkânsız hale getirilmek isteniyor gibi. Askerî operasyonlarla, sorunu, askerîleştirerek, “gerilla“ ya karşı imha amaçlı ve sivil odakları da dinamitleyen bir yaklaşım tercihi yapılmıştır sanki. Bu yaklaşım, Kürt halkını ve gençlerini geriyor ve sanki zorla onlara dağın yolu gösteriliyor. Bu yanlış yaklaşım, bir “Kürt Baharı”nı dayatan bir yaklaşımdır. Bilerek mi yapılıyor; durumun farkında mı değiller; doğrusu, tüm bu olanları ve yapılanları anlayamıyorum artık. Yoksa böyle bir plan ve proje dış odaklı bir dayatma mıdır? Süreç ona göre mi işliyor, nedir?
Çünkü son dönemki seçimde, bölgede Kürt sorununa angaje olan (Ensarioğlu hariç, o da sustu) nerdeyse hiçbir kadroya yer verilmedi. Öyle olunca da, Sayın Erdoğan’ın, kendi partisi odaklı Kürt sorununa bir çözüm niyeti kalmamıştır, diye anlaşılmaktadır. Ne yazık ki, durumun vahameti de bu yönde seyrediyor.
Kürt sorununun çözümünü gündeminden çıkaracak bir Ak Parti, çözülmeye giden yolda, ilk adımını da atmış demektir. Galiba bu gidişle tüm umutlar suya düşecektir. Bilinmelidir ki, Kürt sorununa çözüm içermeyen bir süreç, demokratik bir süreç olamaz. Böyle giderek, süreci dışlayan bir parti, süreç tarafından da zorunlu olarak dışlanacaktır. Ne ekersen, onu biçersin.
Türkiye, tezkere olayını yok sayarcasına geçmişi unutarak, Suriye’de, sanki ABD, Fransa, İngiltere ne de olsa kendilerine destek verecektir, umuduyla, olaya erken müdahil olmaya başladı. Oysa onlar, tezkere olayını unutmadıklarından, TC’yi yalnız bırakıp, tuzağa düşmesini izlemeyi düşünüyor olabilirler.
Kendi içindeki sorunu boşlayıp, kendi kamuoyunun dikkatini dışarıya çekmek adına (ve oradaki Kürtler, bir statü elde edemesin telaşıyla) Suriye’de başını belaya koymak niyetinde olanlar, kendilerini kandırmasınlar. Oradaki sorunlar ile buradaki sorunlar benzerdir; birinin diğerinden biraz daha “demokratik” görünüyor olması meselenin özünü değiştirmez. Bir ülkede halklar özgür değilse, orada demokrasiden de bahsedilemiyor ne yazık ki...
Her ikisi de kendilerine karşı olan radikal muhalif güçlere “terörist” diyor. Ama başkaları da onların devlet uygulamalarına “devlet terörü” veya “terör destekçisi” diyor. Komşu devletler de, birbirlerine bunu yakıştırmıyorlar mı zaten; yani kavramlar göreceli olabiliyor işte…
Mevcut duruma ve acil çözüm bekleyen soruna “terörist” yakıştırması yapmak o kadar basitse; iddia sahiplerine çok basit bir soru da sorulabilir: Neden “terörist” dediklerinize karşı polis gücünüzle değil de, ordu gücünüzle savaşıyorsunuz? Neden bu “terörist” dediğiniz gücün kitlesinden milyonlarca seçmeniyle politika yapan bir partiyi sürekli töhmet altında bırakıyorsunuz da birlikte çözüm çabasını dışlıyorsunuz?
Yok, konu aslında bir “töhmet” değil de, sizce bir gerçeklikten ibaretse, nasıl oluyor da milyonlarca insan desteği ne sahip olan bir güce, ısrarla “terörist” deyip, onlara operasyonlar düzenleyip, ölümlere sebep olup, halkları geriyorsunuz? Gereksizce insan ve zaman kaybı yapılmıyor mu böyle acaba? Barış yolu açık ve ulaşılması çok kolay iken, kardeşkanı dökülerek, neden kin ve nefret yolu tercih edilsin ki? Yazık değil mi gencecik insanlarımıza, bu kadar değerlerimiz, yani geleceğimiz, neden ve kimin inadına heba ediliyor? Kan akıtmak size çok mu kolay geliyor; vebal korkunuz yok mudur?
Artık kan ve gözyaşına son verin; lütfen barıştan başka yol tercih edilmesin. Demokratik yol ve yöntemler önünüzü, önümüzü açacaktır. Halkları birbirine sevdiriniz; onları, eşit, özgür ve gönüllü beraberlik, kardeşlik şiarıyla bilinçlendiriniz ve onları böyle hazırlayınız ki, geleceğe dair umutları artsın. Artık bu cennet diyarımıza, bir an önce barış ve huzur gelebilsin.
Anaların gözpınarları kurudu, ciğerleri nasır tuttu; tüm umutları sönmeden lütfen kendinize gelin. Onlar, sizlerden akan kanın durmasını istiyorlar; sizden kahramanlık naraları atarak daha fazla can almanızı istemiyorlar. Sizler de artık bu gerçeğe inanır ve niyetinizde ciddi olursanız, sanırım çözüm o kadar zor olmasa gerek… Sizler karar verin, halklar dünden hazırdır; korkulan hiçbir şey başınıza gelmeyecektir, endişeniz olmasın. Gayret sizden, saygı bizden olsun.
Selam ve sevgiyle kalın.
M.Nazım Güler - 23.09.2012
info@mnazim.com