banner113

Herşeyini Yitir Umudunu Asla

                                Okumak bir insanı doldurur,
                                İnsanlarla konuşmak hazırlar,
                                Yazmak ise olgunlaştırır. ( F.Bacon )
 
 
Bir zamanlar hayatımdaki bütün olumsuzlukları kısa boylu olmama bağlıyordum. Aslında kısa boylu sayılmazdım, ama uzun boylu da değildim...
 
Her şey, okuduğum okuldaki en güzel kızlarından biriyle flört ederken başladı. Bir gün, okulun bahçesinde otururken tepemde dikilip: ''Kaşların gözlerin çok güzel, ama keşke biraz daha uzun boylu olsaydın.'' demesiyle, beni tamamen boy kompleksine sokmuştu...
   
Bu durum kafamı oldukça meşgul etti. Sokakta yürürken kısa boylu olmamdan ötürü bütün insanların beni izledikleri hissine kapılıyordum. Sonraki günlerde koşu, zıplama, ip atlama ve voleybol gibi, boyumu uzatacak spor dallarına başvursam da başarılı olamadım...
   
Sadece uzun boylu olmadığım için terkedilmiştim. Bu olay beni derinden etkilerken, eski kız arkadaşım, benden daha uzun biriyle arkadaşlık ediyordu. Oldukça rahatsız olmuştum. Öyle ki, bir süre uzun boylu insanlardan nefret ettim. Bu nefretim kısa sürdü, çünkü artık onlara imreniyor, hayranlık ve sempati duyuyordum: İnsanları, uzun boylu ve kısa boylular diye iki gruba ayırıyordum… 
   
Bana göre, uzun boylular kısa boylulardan daha iyi, daha akıllı, daha başarılı ve tabi ki daha da şanslıydı. Onlara, sırf benden daha uzun boylular diye değer veriyordum...
 
Bu alçaklık kompleksi, beni içine kapanık bir insan haline getirdi. Bu olay, tren raylarının makas değiştirerek başka bir yola sapması gibi, hayatımın akışını değiştirmişti. Değişmemin tek nedeni, kısa boyluyum diye benden ayrılan kız arkadaşımdı. Kabuğuma çekilmiş, sessiz, sedasız, rüzgârsız ve kıpırtısız bir dünya inşa etmiştim kendime. Sadece, seyredip düşünmekten başka bir eylemim yoktu...
 
***
 
Bir gün içgüdüsel bir dürtüyle sanki başka bir güç tarafından kontrol ediliyormuşum gibi kaleme dokunup, kısa bir zaman diliminde kâğıdın üzerine bir şeyler karaladım. Sonra sanki tekrar aynı gizemli güç tarafından kalemi bırakmam emredildi bana. Yazdıklarımı okuduğumda kendi yazdığıma inanamadım. Daha sonra, gökyüzüne nakşedilen ayın ve yıldızların görkemli seyrinden, dünyanın dumanlı, kargaşalı ve boğucu atmosferine, bir uçta şarap içilip sabahlara kadar dans edilirken, başka bir yerde fırlatılan her taşa kurşunla karşılık verilmesine… Rüzgârın yaprağı kıpırdatmasından, içinde binlerce mana taşıyan bir çift mavi göz gibi, yaşadığım yoğun düşüncelerin deşarj olması sonucu, beynimde terbiye edilerek, nizami olarak sıraya girip, kafiyeli ve kafiyesiz bir şekilde yazılmasına şiir; içgüdüsel dürtü dediğim, bütün bunları harekete geçiren mekanizmanın da adının ilham olduğunu öğrenecektim...
   
Hiç kitap okumadan, hiç gayret sarf etmeden ve hiçbir araştırma yapmadan, sadece izleyerek ve hissederek güzel bir iş başarıyordum. Olmadık yerlerde ve olmadık zamanlarda bir yerden emir almış gibi kaleme sarılıp yazıyordum. İlham perilerim davetsiz ve aynı zamanda profesyonel birer hırsız gibiydiler. Hiç beklenmedik zamanlarda geliyorlardı, bir an içinde her şey olup bitiyordu; bitirdikten sonra, yapılan bir sınavdan tam not almış kadar mutlu oluyordum.
    
İlk başlarda yakın arkadaşlarım yazdıklarımı, benim yazmış olduğuma inanmadılar; fakat bir değişim sergilemiştim... Gerekmedikçe konuşmuyor, konuşunca sakin, mantıklı ve ikna edici konuşuyordum. Amerika’nın yerleşimsiz bir yerinde, herhangi bir kabilede, etrafında bağdaş kurulup pür dikkat dinlenilen bir kabile reisi gibiydim onlara göre. Onlardan daha olgunmuşum gibi geçiyordu sohbetlerimiz. Genelde bir konuyu konuşmak için değil, soru sormak, danışmak ve dinlemek için geliyorlardı.
    
Kısa sürede yakın arkadaşlarım, daha sonra da çevremdeki diğer insanların özellikle de gönül olaylarında gelip tüyo alınan ve sözü dinlenilen biri haline gelmiştim. Bu durum, gün geçtikçe insanların bana daha da çok uğramalarına neden olmuştu. Önceleri yaşıtlarım, daha sonrada benden yaşça büyük olanlar, lisedeki öğrencilerin ortaokuldakilerle muhatap olmadığı halde, utana sıkıla bana geliyorlardı. Ben konuşmaya başladığım zaman karşımdakilerin yüz mimikleri anlattıklarımla beraber değişiyordu. Bir psikolog tadında beni dinlemeleri, söylediklerimi yapmaları, ya da, yolda gördüklerinde beni sevip saymaları hoşuma gitmeye başlamıştı.
     
 
Ve bir gün, boyum bir dirhem uzamadığı halde, beni sadece boyum uzun olmadığı için terk eden ve belki de bu hale gelmemden dolayı teşekkür etmem gereken kızın bile tekrar benimle arkadaşlık kurmak istemesi, içimdeki boy kompleksini silip süpürmüştü... Demek ki: İnsanın yaşamda akıllı ve başarılı olması; çirkin, yoksul, ya da fiziki eksikliğini göz ardı ediyordu...
 
(Ayten’in Cehennemi’inden)

YORUM EKLE